Irmaktan su taşıyan çocuklar, dağ yolunda yere yatmış bir ihtiyar ve yanında dolaşan boz bir eşek görürler. Çocuklar köye giderek Hüsmen Hoca’ya durumu haber verirler. Akşam olmaktadır. Hüsmen Hoca ile birkaç köylü ihtiyarı aramaya giderler. Yaşlı adam, sık sık solumakta, göğsünü göstermektedir. Ancak hırıltıyla konuşabilen ihtiyarın ölmek üzere olduğunu düşünürler. Fakat yaşlı adam gittikçe canlanır. Çocuk bakışlarıyla bakan yaşlı adamı ve eşeğini köye götürürler. Köyde, Hüsmen, herkese misafirlerinin olduğunu duyurur. Hava iyice kararmıştır. Köy, en yakın kasabaya iki gün u-zaklıkta olduğu için köye yabancı biri çok nadir gelmektedir. Ancak bir vilayetten diğerine geçen arabasız yolcular bazen bu köye uğramaktadır. Bu gelenler de bu fakir köyde el üstünde tutulmaktadır.
Yaşlı adam biraz rahatlar. Göğsünün böyle arada bir, olmadık yerde tuttuğunu anlatır. İhtiyara süt getirirler. İhtiyar içerken öksürerek konuşabilmektedir. Hasta, yaşlı adam bir ara çevresindekileri yanına çağırır ve onlara bir şeyler söyledikten sonra ruhunu teslim eder. Yaşlı yolcunun son isteği, eşeği ve kemerinde dizili sekiz altının Mekke’ye vakfedilmesidir.
Yaşlı adam biraz rahatlar. Göğsünün böyle arada bir, olmadık yerde tuttuğunu anlatır. İhtiyara süt getirirler. İhtiyar içerken öksürerek konuşabilmektedir. Hasta, yaşlı adam bir ara çevresindekileri yanına çağırır ve onlara bir şeyler söyledikten sonra ruhunu teslim eder. Yaşlı yolcunun son isteği, eşeği ve kemerinde dizili sekiz altının Mekke’ye vakfedilmesidir.
Köylüler, cenazeyi defnettikten sonra kara kara düşünmeye başlarlar. Vasiyeti yerine getirmeleri gerekmektedir. Kadıya danışmaya karar verilir. Hafta içinde Hüsmen, eşeği yanına alıp kasabaya gidecektir. Bu arada, eşeği bir emanet o-larak gören köylüler ona bir sürü yem verirler, hiçbir iş yüklemezler. Yüksüz bir şekilde boz eşek ile Hüsmen Hoca kasabaya gitmek üzere yola çıkar. Çok zor bir yolculuktan sonra kasabaya varan Hüsmen Hoca, önce jandarma çavuşuna gider, durumu anlatır. Jandarma çavuşu onu dinlemez bile, nargilesini höpürdetmekte, keyif yapmaktadır. Kadı zaten kasabada yoktur. Kaymakama giden Hüsmen, aynı muameleyle karşılaşır, iş, kadıya iki hafta sonraya ertelenir. Hüsmen, eli boş bir şekilde, durumunu bile anlatamadan çok zor şartlarda köyüne geri döner. Köylü, bu süre zarfında eşeğe misafir gibi bakar, kutsallık atfeder ona. Bu arada, eşek iyice beslenmektedir.
İkinci kez kasabaya gittiğinde kadının gelmediğini öğrenen Hüsmen Hoca acele ettiği için bir de azar işitir. Üçüncü seferde de şahit götürmediği için geri döner. Bu arada Hüsmen Hoca, bu geliş gidişlerle çok yıpranır, parası azalır. Böyle bir buçuk ay geçer.
Bir kasabadan dönüş esnasında Hüsmen’in yanında boz eşek yoktur. Kadı, Mekke’ye ulaştırılacağını söyleyerek alıkoymuştur. Bütün köylüler çok rahatlar, vasiyeti yerine getirmekten mutludurlar.
Olayın yılında, kasabaya pirinç satmaya giden Hüsmen Hoca, Pazar yerinin ortasında kadıyı (Lakabı Kabak Kadıdır.) boz eşeğin üzerinde görünce hayret ve ıstırap içinde kalakalır.
İkinci kez kasabaya gittiğinde kadının gelmediğini öğrenen Hüsmen Hoca acele ettiği için bir de azar işitir. Üçüncü seferde de şahit götürmediği için geri döner. Bu arada Hüsmen Hoca, bu geliş gidişlerle çok yıpranır, parası azalır. Böyle bir buçuk ay geçer.
Bir kasabadan dönüş esnasında Hüsmen’in yanında boz eşek yoktur. Kadı, Mekke’ye ulaştırılacağını söyleyerek alıkoymuştur. Bütün köylüler çok rahatlar, vasiyeti yerine getirmekten mutludurlar.
Olayın yılında, kasabaya pirinç satmaya giden Hüsmen Hoca, Pazar yerinin ortasında kadıyı (Lakabı Kabak Kadıdır.) boz eşeğin üzerinde görünce hayret ve ıstırap içinde kalakalır.
Feridun iki saattir çarşıdaki kuyumcu dükkânları önünde dolaşmakta, hiçbirine girmeye cesaret edememektedir. Uzun zamandır her şeyini satmış, satabileceği yalnızca bir tıraş fırçası kalmıştır. İşlemeli, fildişi saplı fırçanın değeri olup olmadığını bilmemektedir. Ona bu fırçayı hediye eden Yahudi çok değerli olduğunu, bir gün işine yarayacağını söylemiştir. Feridun bu sözlere pek itibar etmemekte, Yahudinin onunla alay ettiğini düşünmektedir.
Feridun, bu çaresizlik içinde ağlayarak evine gitmek ister. Aylardan beri çektiği sıkıntılar, dertler içinde ölümü bir kurtuluş gibi görmektedir. Fakat yine de şansını denemeye karar verir ve bir kuyumcu dükkânına girer. Ürkekçe fırçanın değerli olup olmadığını sorar. Kuyumcu, ‘Beş para etmez!’ diye geri verir. Oysa, Feridun bu fırçayı hediye eden Yahudi için canını tehlikeye atmıştır. On yıl önce, güvertede bir Yahudi eşyalarını istif etmektedir. Tam o sırada demir kancadan kurtulan iri bir denk tam başına inecekken Feridun, hemen fırlayarak Yahudiyi ölümden kurtarmıştır. Yahudi kendine geldikten sonra ona elindeki tıraş fırçalarından birini vererek çok değerli olduğunu söylemiştir. Feridun, bu sözlere hiç kıymet vermemiş, fırçayı kullanmıştır. Fakat zamanla savaştan sonra yarı sakat, işsiz, beş parasız kalınca İstanbul’a dönmüş, her şeyini satmak zorunda kalmış, bir gün Yahudi’nin bu sözünü hatırlayarak ümitlenmiştir. Fakat ümitleri boşa çıkmıştır. ^
Ahırkapı feneri arkalarına düşen yoksul mahalledeki karanlık ve bakımsız evlerine doğru annesinin yanına gider. Annesine durumu anlatır. Camdan İstanbul’daki zengin semtlere bakarken sinirlenen Feridun elindeki tıraş fırçasını sokağa fırlatır. İçinden Yahudi’ye kızmaktadır. Fakat, garip bir şey olur. Sokakta parçalanan fırça parlamaya başlar. Koşarak dışarı çıkan Feridun gözlerine inanamaz; çünkü fırçanın içinden iki elmas parçası çıkmıştır.
Sabah olunca tekrar kuyumcuya gider, elmasları gösterir. Kuyumcu, taşların çok değerli olduğunu söyler. Meğer, Yahudi gümrükten mal kaçırmak için adi bir fırçanın içine çok değerli iki pırlanta koymuştur.
Feridun, bu çaresizlik içinde ağlayarak evine gitmek ister. Aylardan beri çektiği sıkıntılar, dertler içinde ölümü bir kurtuluş gibi görmektedir. Fakat yine de şansını denemeye karar verir ve bir kuyumcu dükkânına girer. Ürkekçe fırçanın değerli olup olmadığını sorar. Kuyumcu, ‘Beş para etmez!’ diye geri verir. Oysa, Feridun bu fırçayı hediye eden Yahudi için canını tehlikeye atmıştır. On yıl önce, güvertede bir Yahudi eşyalarını istif etmektedir. Tam o sırada demir kancadan kurtulan iri bir denk tam başına inecekken Feridun, hemen fırlayarak Yahudiyi ölümden kurtarmıştır. Yahudi kendine geldikten sonra ona elindeki tıraş fırçalarından birini vererek çok değerli olduğunu söylemiştir. Feridun, bu sözlere hiç kıymet vermemiş, fırçayı kullanmıştır. Fakat zamanla savaştan sonra yarı sakat, işsiz, beş parasız kalınca İstanbul’a dönmüş, her şeyini satmak zorunda kalmış, bir gün Yahudi’nin bu sözünü hatırlayarak ümitlenmiştir. Fakat ümitleri boşa çıkmıştır. ^
Ahırkapı feneri arkalarına düşen yoksul mahalledeki karanlık ve bakımsız evlerine doğru annesinin yanına gider. Annesine durumu anlatır. Camdan İstanbul’daki zengin semtlere bakarken sinirlenen Feridun elindeki tıraş fırçasını sokağa fırlatır. İçinden Yahudi’ye kızmaktadır. Fakat, garip bir şey olur. Sokakta parçalanan fırça parlamaya başlar. Koşarak dışarı çıkan Feridun gözlerine inanamaz; çünkü fırçanın içinden iki elmas parçası çıkmıştır.
Sabah olunca tekrar kuyumcuya gider, elmasları gösterir. Kuyumcu, taşların çok değerli olduğunu söyler. Meğer, Yahudi gümrükten mal kaçırmak için adi bir fırçanın içine çok değerli iki pırlanta koymuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder