31 Aralık 2014 Çarşamba

Amasyanin Tarihcesi

Amasya Tarihi

 
    
8500 Yıllık Bir Kent
   Yapılan arkeolojik araştırma ve bulgulara göre Amasya'da ilk yerleşme 8500 yıl öncesine dayanmaktadır.  Hitit, Frig, Kimmer, İskit, Lidya, Pers, Hellenistik - Pontus, Roma, Bizans, Danişmend, Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı dönemlerinde de kesintisiz olarak devam etmiştir.
Bu dönemlerin arkeolojik yerleşim yerlerine ait kalıntılar halen mevcuttur. Amasya merkezinde uygarlıklarından derin izler bırakan Pontuslar'ın (M.Ö.333 - M.Ö.26) Krallarının ölümünden sonra kayalara oymak suretiyle yaptıkları Kral Kaya Mezarları, bu gün bile ilimizin anıtsal eserleri arasında yer almaktadır. M.Ö. 26 - M.S.395 tarihleri arasında Roma egemenliğine geçen ilimiz ve çevresinde bu uygarlığa ait su kanalları, kaleler köprüler vb. eserlerden bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.
 700 yıl Bizans egemenliğinde kalan Amasya'yı 1071 yılında Anadolu'ya giren Alparslan'ın komutanlarından Melik Ahmet Danişment Gazi 1075 yılında fethederek burada ilk Türk Egemenliğini kurmuştur. Bundan sonra Amasya'da Selçuklu egemenliği görülmektedir. Bu dönemde yaşamış olan vali ve emirler yaptırdıkları medrese, cami, türbe gibi eserlerle kentimizi Anadolu'nun en büyük kültür merkezi durumuna getirmişlerdir. Selçuklular 1243'deki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilmiştir. 1246 yılında başlayan Moğol istilasında, ilk Amasya Valiliği Seyfettin Torumtay'a verilmiştir. İran'da kurulan İlhanlılar, 1265'te Anadolu'yu hakimiyetleri altına alarak, yönetime el koymuş ve kendisine bağlamışlardır. Kentimizde yaşamış bazı İlhanlı şahsiyetlerinin mumyaları halen müzemizde teşhir edilmektedir.
1341 yılından sonra Uygur Türklerinden Ertana Beyliği'nin hakimiyeti görülmektedir. 1386 yılında Şehzade Yıldırım Bayezid Amasya'yı Osmanlı topraklarına katmıştır. 1402'de Osmanlı birliğinin bozulmasına sebep olan ve Timur'un zaferi ile sonuçlanan Ankara Savaşı, Osmanlılardaki kargaşayı, Şehzadeler arasında mücadeleye dönüşmüştür. Amasya Valisi Çelebi Mehmet duruma hakim olarak ikinci defa Osmanlı birliğini sağlamıştır. Amasya; Osmanlı padişah ve şehzadelerinin gösterdikleri özel ilgi nedeniyle, "Şehzadeler Şehri " olarak ün yapmıştır. Şehzade Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmet, Şehzade Murat (II) (1404 yılında Amasya'da doğmuştur.), Şehzade Ahmet Çelebi, Şehzade Mehmet (II), Şehzade Alâeddin, Şehzade Bayezid (II) (oğlu Yavuz Sultan Selim Han 1470 yılında Amasya Sarayında doğmuştur.), Şehzade Ahmet, Şehzade Murat, Şehzade Mustafa, Şehzade Bayezid ve Şehzade Murad (III) çeşitli tarihlerde Amasya'da Valilik Yapmışlardır. Bu dönemde birçok âlim ve ulema yetişmiş, saray, çeşme, medrese, cami, türbe v.b. gibi kalıcı eserlerle kentimiz bir kültür merkezi olarak tarihteki yerini almıştır. Bu eserler günümüze kadar gelerek geçmişe ışık tutmaya devam etmektedir.Tarihin akışı içerisinde önemli roller üstlenen Amasya Kurtuluş Savaşı sırasında yine ön plana çıkmıştır.
19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'da başlayan Milli Mücadele'nin ilk adımı, 12 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemal'in Amasya'ya gelmesiyle devam etmiştir.
Kurtuluş mücadelesinin planları hazırlanmış, Erzurum ve Sivas kongrelerinin toplanmasına burada karar verilmiş, 22 Haziran 1919 tarihinde yayınlanan "Amasya Tamimi" ile "Milletin İstiklâlini Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır" denilerek Milli Mücadele burada fiiliyata geçirilmiştir. Bu itibarla, Amasya, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda da ilk önemli adımın atıldığı yer olmuştur.

 Tarihi Eserlerimiz;
Amasya (Harşena-Harşene) Kalesi: Şehrin savunmaya en uygun mevkii olan Harşena Dağı üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle Harşena (Harşene) Kalesi ismiyle de bilinmektedir. Kalenin önemli tepe noktası ve bazı bölümleri sağlam kesme taşlarla, sur duvarları da moloz taşlarda yapılmıştır. Sekiz savunma kademesine sahiptir. Erken Tunç Çağı’ndan (M.Ö. 3200) itibaren diğer uygarlıklar tarafından da kullanılmıştır.

Kral Kaya Mezarları
Amasya şehir merkezinde Harşena Kalesi yamaçlarında göze çarpan tarihi kalıntılardır. M.Ö Amasya’da hüküm süren Pers Pontus krallarına ait mezarlardır. Şehir merkezinde mağaralar toplam 18 adettir. Bunların içinde en önemlisi Aynalı Mağara’dır.

Aynalı Mağara :
Şehir merkezine 3 km. uzaklıktadır. Büyük kaya parçası oyulmak suretiyle yapılmıştır. Yerden 10-15 m. yüksekliğe ulaşan ihtişamlı bir mağaradır. İşçilik son derece mükemmeldir. Mağaranın tamamı perdahlanmış ve içi çok renkli duvar resimleri ile bezelidir.Cephesine güneş ışıklarının vurmasıyla parlaklık kazanması, mağaraya AYNALI isminin halk arasında verilmesine yol açmıştır.

Şehzadeler Müzesi; Osmanlı döneminin yaşatıldığı Şehzadeler Müzesi bugün ziyaretçilere kapılarını açmış durumdadır.

Amasya Evleri
Ahşap sivil mimarisi ile dikkat çeken Amasya Evleri, sokak dokusu şekliyle genellikle yan yana, sırt sırta ve bitişik nizam olarak yapılmıştır. Türk evlerinde görülen geleneksel yapı tarzı, burada da tekrarlanmıştır. Bu itibarla konutlar haremlik ve selamlık olarak düzenlenmiştir.
Evler daha çok bodrum üzerine tek ve iki katlı olarak yapılmıştır. Bunların yanında 1. ve 2. kat üzerine yapılmış “Şahnişirin”li evlere de rastlanır. Konutlar genellikle avlulu ve bahçelidir. Haremlik ve selamlık olarak düzenlenen evlerde bahçe ortada kalmaktadır.
Özellikle Yalıboyu'nda Roma dönemi kalın sur duvarları üzerine yapılmış olan konutlarda, Yeşilırmak’a ve güney yönüne bakan evler, “Eliböğründe”lerle desteklenerek dışarıya taşırılmış böylece evlerin iç mekanlarında genişleme imkanı sağlanmıştır.
Sivil Mimarinin sembolü durumunda Hazeranlar Konağı Müze Ev olarak ziyaretçilerine çok şey anlatmaktadır.

Bimarhane (Darüşşifa) Tıp ve Cerrahi Müzesi: İlhanlı Döneminden günümüze ulaşan tek eserdir. İlhanlı Hükümdarı Sultan Mehmet Olcaytuğ ve hanımı Ilduz Hatun adına, Amber Bin Abdullah tarafından 1308-1309 yılında yaptırılmıştır. Avluda yer alan sütunlarda bir birinden farklı olan geometrik yaprak motifli sütun başlıkları kullanılmıştır. Osmanlı Döneminde de sağlık hizmetlerinin yerine getirildiği bu bina bugün “Tıp ve Cerrahi Müzesi” olarak ziyaretçilerini kabul etmektedir.

Minyatür Amasya Müzesi: Zengin bir tarihi değere sahip olan Amasya’nın yakın tarihe kadar bozulmamış görünüşünün bir çatı altında toplanmasında Minyatür Amasya Müzesi oluşturuldu. Ziyaretçilerin minyatür boyutlara indirilmiş tarihi eserlerini üstten seyrederken Amasya’nın tarihi sokaklarında gezintiye çıkmaktadırlar.

AMASYA MÜZESİ: 13 ayrı medeniyete ait arkeolojik, etnografik, sikke, mühür, el yazmalar ve mumyalar olmak üzere 24 bin civarında eserin teşhir ve muhafaza edildiği bölgenin en zengin müzesidir.

Mumyalar: 14. y.y. İlhanlı dönemine ait erkek ve kadın ile birlikte çocuklara ait mumyalar Müzenin en önemli ve en çok ziyaretçi çeken bölümüdür.

Hitit Fırtına Tanrısı: Amasya Müzesi’nin en değerli ünik eserler arasındadır. “Bin tanrılı millet” olarak tanımlanan Hititlere ait Fırtına Tanrısı Teşup olarak müze kayıtlarına geçmiştir.
Cumhuriyet Dönemine kapı aralayan Milli Mücadelede Amasya’nın yerini belirleyen 22 Haziran 1919 tarihli “Amasya Tamimi” nin yayınlanması olmuştur. O günlerin hatıralarının toplandığı “Saraydüzü Kışla Binası ve Milli Mücadele Müzesi” ile Amasya hem yazılı tarih öncesi ve hem de Cumhuriyet tarihimizin ilk yazılı beyannamesi olan “Amasya Tamim” ile şehrimiz görülmeye değer bir yerleşim yeridir.

Şehzadeler Şehri Amasya;

 *    Amasya; 183 yıl devletin başına “Padişah” yetiştirdi.
 *  Çok sayıda şehzade Amasya’da dünyaya geldi. İlk eğitim ve devlet yönetimini burada öğrendiler. Bir nevi devlet yönetiminde stajlarını bu topraklarda yaptılar.
 *  Amasya’da 12 şehzade “Sancakbeyi” olarak görev yaptı. Bunlardan 6’sı padişah olarak tahta çıktı. 
     Osmanlı şehzadelerinin ilk eğitim ve valilik yaptıkları daha sonra da devletin başına “padişah”olarak geçmeleri ayrı bir değer taşır. Bunun için kent “Şehzadeler Şehri” olarak anılmaktadır.
     Amasya’nın bu unvanı almasındaki özelliği nedir?
     Osmanlı, Anadolu’da ele geçirdiği topraklar üzerinde icabına göre güney, doğu ve batıda elde ettiği mühim şehir ve kasabalarda ihtiyaç üzerine birer mevkii üs yaparak kuvvetlendirmişlerdir. Kendi şehzadelerinden birini vali yapmak suretiyle de o mevkii ilhak ettiklerini göstermişlerdir. Bu şehirler doğuda Amasya, batıda Manisa ve güneyde Konya olmak üzere üç şehir “Sancak” yapılmıştır. Bu üç sancak padişahların üç oğlundaydı.   İşte bu şehirlerarasında ilk üç içerisinde yer alan Amasya, diğer sancaklardan ayrıcalık durumdaydı. Devletin doğu sınırı “serhat şehri” olma özelliğine sahipti. Osmanlının sınırlarının genişlemesi ile serhat şehri olmasının dışında kalması bu özelliğini bozmadı. Bu sefer kültür birikimi ve stratejik konumu öne çıktı.
    Amasya, Osmanlı öncesinde de Bey Şehriydi. Amasya Beyliği’nin merkeziydi. Selçuklu döneminde önemli bir kentti. Sultan şehriydi. Eğitim yuvasıydı. Bugünkü üniversite ayarında medreselerin, tıp fakültesi derecesinde hastanesi ile, güzel sanatların verildiği derslerle, askeri ve coğrafi açıdan stratejik konumu ile Amasya farklı bir şehir özelliğine kavuşturmuştu. Bu özellikleriyle de farklılığını yüzyıllarca yıl korumuştur. 

 Devletin küçük bir numunesi
     Amasya’yı fetheden Osmanlı, gelenekleri doğrultusunda beyliklerden ele geçirdikleri sınır şehrini “Sancak” yapar ve buraya padişahın oğlunu muazzam bir güç ile gönderirlerdi. Bundan dolayı şehzadeler “Sancakbeyi” olarak atandığı zaman Devletin Merkezi yönetiminin küçük bir numunesi şehirde kurulmuş oluyordu. Şehzade ile birlikte Vezir makamında lala, nişancı, defterdar, reis’ül küttab, çavuşbaşı, kapucular kethüdası, divan kâtibi bulunur ve bunlardan başka tabip, cerrah, göz hekimi, kapucubaşı, emir-i alem, imir-i ahur ile şehzadenin hocası, matbah emini, arpa emini, çeşnigir başı, çeşnigirler, divan çavuşları, sipahiler, silahdarlar, ulufeciler, asker ve ağalar, çadır mehterleri, ruznameci ile birlikte imam ve müezzine kadar pek çok maaşlı memur “sancak” ta görev yapmak üzere şehzade ile birlikte şehre yerleşmekteydi.
     Böylesi muazzam bir kadro ile şehre yerleşen şehzade, kendine ait olan topraklarda tam bir devlet idaresini yerine getirmişlerdir. Amasya Sancağına bağlı olan mülkten görevli memurlar maharetiyle vergileri topladılar. Devletin ihtiyaç duyduğu askeri barındırdılar. Savaş çıkması halinde mahiyetindeki askeri güç ile birlikte padişahın yanında yer aldılar.

 Yükseliş Dönemindeki bütün padişahlar Amasya’dan gitti.
      Tarihte pek çok sıfat ile anılan Amasya’ya en çok yakışan ve kabul göreni hiç kuşkusuz“Şehzadeler Şehri”dir. Zira Osmanlı’nın yükseliş döneminden itibaren tahta çıkan bütün padişahların kader çizgisi Amasya’da birleşmiştir. Yıldırım Bayezid ile başlayan bu süreç Çelebi Mehmed, II.Murat, Şehzade Alaeddin, Fatih Sultan Mehmed, II.Bayezid, Şehzade Ahmed, Kanuni Sultan Süleyman’ın iki şehzadesi Şehzade Mustafa ve Şehzade Bayezid ile bu gelenek sürdürülmüştür.Şehzadelerin sancağa gönderilme gelenekleri zayıfladığında devlet otoritesinde de zayıflamalar baş gösterdi. Amasya’nın “Sancak”lıktan çıkarılması devletin otoritesinde bir boşluk meydana getirmiştir. Ve  nihayet 1567’de son defa bir şehzade Amasya’ya vali olarak atanmıştır.  Şehzade Murad(III.Murad)’ın Amasya valiliği ile bu süreç noktalanmıştır.
    Amasya, şehzadelerden aldığı önemini 1569 yılına kadar korumuştur.

 Bilim, sanat ve devlet adamlarının toplandığı yer oldu.
      Şehzadelerin eğitimine büyük önem veren sultanlar, zamanın en bilgili lala ve hocalarını çocuklarının yetiştirilmelerinde görevlendirirlerdi. Bu sebeple yüzyıllardır pek çok kıymetli bilim adamı, sanat erbabı ve dini alanda ulema olanlar Amasya’da toplandılar. Bundan dolayıdır ki, Amasya başlı başına bir kültür şehri olmuştur. Tarihte bu özelliğinden dolayı “Bağdadü’r-Rûm” denilmiştir. Bağdat İslâm âlimlerinin merkezi olması gibi Anadolu’da Amasya en meşhur alimlerin merkezi olmuştur.
     Selçuklu ve Osmanlılar zamanında pek çok şehzadenin ikamet yeri olması bakımından Amasya’ya bazı kaynaklarda “Darül’l İzz”adı verilmiştir. “İzzet ve saadet yurdu, merkezi” denilmiştir

 Amasya’da valilik yapan şehzadeler
 Tarihsel olarak isimlendirildiğinde “Şehzadeler Şehri” ön plana çıkmaktadır. İşte Amasya’yı öne çıkaran Osmanlı tahtının sultanlarının Amasya’da kesişen kader çizgileri.
 1386          YıldırımBayezid (I.Bayezid)
 1389-1402 Çelebi Mehmed (I.Mehmed
 1415-1421 Şehzade Murad (II.Murad)
 1435-         Şehzade Ahmed Çelebi
 1438-         Şehzade Mehmed (Fatih)
 1442-         Şehzade Alaeddin
 1454-1481 Şehzade Bayezid
 1481-1511 Şehzade Ahmed
 1511-1512 Şehzade Murad
 1538-1552 Şehzade Mustafa
 1557-1558 Şehzade Bayezid
 1566-         Şehzade Murad (III.Murad)
 Şehzadeler Amasya’da kaç yıl kaldılar ?     Amasya’yı Osmanlı topraklarına katan Şehzade Yıldırım Bayezid’den sonra Amasya’da Sancakbeyi olarak en uzun süreli görev yapan şehzadelerden 2. Bayezid’in oğlu Şehzade Ahmed olmuştur. 33 yıl Amasya Valiliği yapmıştır. Şehzade Ahmed’in babası  2. Bayezid de 27 yıl Amasya’da kalmıştır.
 Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa 15 yıl,  Çelebi Mehmed’in oğlu 2. Murad, 6 yıl, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Bayezid  4 yıl, Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmed, 3 yıl, 2. Selim’in oğlu, Kanuni Sultan Süleyman’ın da torunu, 3. Murad 1,5 yıl, 2. Murad’ın  Şehzadeleri Ahmed Çelebi, Fatih Sultan Mehmed ve Şehzade Alaaddin bir yılı bulmayan kısa süreli Amasya’da valilik yapmışlardır.

 Amasya doğumlu şehzadelerOsmanlı tahtına geçen Amasya doğumlu şehzadeler;
    Çelebi Mehmed’in Amasya valiliği sırasında dünyaya gelen oğlu Şehzade Murad (2. Murad) ve  2. Bayezid’in oğlu Şehzade Selim (Yavuz Selim) Amasya sarayında dünyaya gelmişlerdir.
    Bunların haricinde çok sayıda şehzadeler de Amasya sarayında dünyaya gelmişler ancak Osmanlı tahtına geçme şerefine erişememişlerdir.

  Şehzadeler nerede ikâmet ettiler?   Bugün Saraydüzü Mevkii adı verilen ve Vali Konağı’nın da yer aldığı mevkiiler Osmanlı Şehzadelerinin ikamet ettikleri yerlerdi. Yazılı kaynaklara ve seyyahların verdikleri bilgilere göre burada çevresi yüksek duvarlarla çevrili büyük ve geniş bir alana yerleşmiş konaklardan ibaretti. Çelebi Mehmed zamanından özel mülk satın alınmak suretiyle, şehzade buraya yerleşmiş ve devlet yönetimini buradan yönlendirmişlerdir. Bu mevkiin havası güzel, kaynak suları bakımından zengin ve Amasya’ya hakim bir yer olması bakımından, şehrin kontrol altında tutulmasına için tercih edilmiştir.   Bugünde bu mevkiin adı eski günlerin ihtişamını hatırlatır nitelikte olup “Saraydüzü” adı ile anılmaktadır.
 “Amasya Tamimi” burada hazırlandı
    Ulu önder Mustafa Kemal Paşa’da 12 Haziran 1919 da Milli Mücadele hareketini başlatmak için Amasya’ya geldiğinde buraya yerleşmiş ve çalışmalarını burada gerçekleştirmiştir. Milli Mücadelenin ilk yazılı beyannamesi olan Amasya Tamimi’de burada hazırlanmış ve imzalanmıştır.

 Padişah olan Şehzadeler, buradan ayrılırken yanlarında yüzlerce Amasyalıyı beraberlerinde götürdüler
    Şehzadeler Osmanlı tahtına geçmek için Amasya’dan giderken 10 binlerce kişiyle birlikte hareket etmişlerdir. Bunların arasında bir birinden kıymetli şahsiyetleri de beraberinde zamanına göre başkent olan şehirlere Bursa, Edirne veya İstanbul’a götürmüşlerdir.
    Fatih Sultan Mehmed’in Hocası Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmet, İkinci Beyazıd  ve Yavuz Sultan Selim zamanında yaşamış tefsir fıkıh ve kelam alimlerinin büyüklerinden ve Rumeli Kadıaskeri Müeyyedzade Abdurrahman Çelebi, 2. Bayezid tahta geçtikten sonra İstanbul’a davet ettiği hocası Hattatların ve Okçuların Piri olan Şeyh Hamdullah, Yavuz Selim Döneminde Anadolu Kazaskeri ve daha sonra Şeyhülislam olan Kemalpaşazade, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Vezirazam Piri Mehmed Paşa, Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi, İslam Tarihi yazarı Mustafa Cenabi, Fatih ve Yavuz dönemlerinde yaşamış tıp ilmi ve dil konusunda kıymetli eserler vermiş olan Halimi Çelebi Kanuni Sultan Süleyman 7 ay 22 gün kaldığı Amasya’dan 21 Haziran 1555 de ayrılırken Amasya Beylerbeyi Kayabey, Bilginlerden Koca Hüsameddin, Abdizade Hasan, Şair Edâyi, Çakalkadızade Sinan, Mehmed Çelebi, Kapıcılar Kethüdası Kelâmi’yi de beraberinde İstanbul’a götürdü.
    Bunların haricinde daha yüzlerce ismi sıralamak mümkündür.

 Çelebi Mehmed, Sultanlığını Amasya’dan ilân etti
   Çelebi Mehmed, 1402’de Ankara Savaşı ile Timur’a yenilen babası Yıldırım Bayezid’in ardından devletin dağılan otoritesini yeniden kurmak için Amasya’da toparlandı. “Osmanlının ikinci defa kuruluşu” şeklinde değerlendirilen bu toparlanma sırasında Çelebi Mehmed diğer kardeşleri ile verdiği mücadele sırasında kendini “sultan” ilan etti ve 1406’da Amasya’da adına akçeler (para) bastırdı. Amasya’da bastırdığı akçeler üzerinde "Es Sultan-ül âzam" unvanını yazdırdı. Osmanlı topraklarının hakimi olarak gösterdi.
 Kanuni Sultan Süleyman 7 ay 22 gün devleti Amasya’dan idare etti
    Kanuni Sultan Süleyman, 1554 yılında çıktığı İran seferi dönüşünde Amasya’da kaldı. 30 Ekim 1554’te Amasya’ya geldi ve 21 Haziran 1555’te ayrıldı. 7 ay 22 gün süre ile devleti Amasya’dan idare etti. İran ile Osmanlı arasında 1 Haziran 1555’te imzalan barış anlaşmasını da burada yaptı. Avrupa’dan gelen elçileri Amasya’da kabul etti. Avusturya Sefirini burada günlerce beklettikten sonra huzura kabul etti ve iki devlet arasında barışın sürmesi yönünde anlaşma imzaladı.

  Amasya’da Son Şehzade
   Şehzadelerin sancağa çıkarılmaları geleneğinin devam ettirilmesine son verilene kadar şehzadeler Amasya’ya gelmiştir. Bu geleneğin en son temsilcisi  II.Selim’in oğlu Şehzade Murad (III Murat) oldu.  1567 yılında Manisa Sancakbeyliğinden Amasya’ya gönderildi. Bu sırada 21 yaşındaydı. 1,5 yıl Amasya valiliği yaptı.
   Şehzade Murat, Amasya’da Sancakbeyliği (valilik) yapan şehzadelerin son halkasını teşkil etmektedir. Şehzade Murad’ın Amasya’dan ayrılış tarihi 1568-69 yıllarını göstermektedir. Bu tarih Osmanlı’nın Yükseliş Dönemi’nin tamamlandığı “Duraklama Dönemi” diye isimlendirilen zaman dilimine işaret etmektedir.
   Amasya’nın 1386 yılında başlayan “Şehzade Sancağı” olma özelliği de 1569’da noktalanmıştır. 

 Şehzadelerden günümüze kalanlar:
    Amasya’da bugün şehzadelerden kalan hatıralar ve eserler çok azdır. Vaktiyle şehirde imarcılık adına yapılan uygulamalarda korumacılık göz ardı edildiği için aralarında şehzade hatıralarının barındığı çok sayıda yapı yıktırılmıştır. Mezarları, türbeleri bu yıkımlardan nasibini almıştır. Günümüze kadar gelebilen sadece bir şehzade türbesi kalmıştır. Sultan Bayezid Camii’nin doğu kısmında bahçe içerisinde Şehzade Osman Türbesi’dir.
    Sultan İkinci Bayezid tarafından yaptırtılan “Sultan Bayezid Külliyesi” 1485 yılından günümüze kadar gelen en büyük eser olma özelliğini taşımaktadır.
    Şehzadelerin Amasya’da bir zamanlar devleti idare ettiğinin nişanesi olarak Saraydüzü mevkiinde İkinci Bayezid’in hâtırasına 1916’da dikilen mermer anıt o ihtişamlı günleri hatırlatır.
  Anıtın üzerindeki kitabede şunlar yazılıdır.
   “Fatih’in oğlu, Selim’in saygıdeğer babası Sultan Bayezid’in temiz gençliği burada geçti. O şanlı döneme değerli hâle getiren vatan çocukları bu kutsal topraklar için canını feda etse yaraşır. 1916”

Ankarının Tarihcesi..

Başkent Ankara'nın TarihçesiPDFYazdıre-Posta
Türkiye Cumhuriyet’inin başkenti olan Ankara kenti topraklarına, çok eski tarihlerde yerleşilmiştir. Bunda en büyük etken, bu topografya koşullarının ve Anadolu yolları üstündeki konumunun, merkez rolü oynayabilecek bir kentin kurulmasına elverişli olmasıdır. Orta Anadolu’da aşağı yukarı bütün kentler bir ova çevresinde, daha doğrusu, bu ovaları çevreleyen dağların yakınında kurulmuştur. Ankara da, ortasından Ankara çayının geçtiği bir ova kenarında yer alır. Bent deresi, İncesu ve Çubuk suyu bu ovada, kente yakın bir noktada birleşirler. Söz konusu ova, öbür Anadolu kentlerinin kurulduğu ovalardan küçük olmakla birlikte, korunmaya elverişli bir yerde olduğu için, çok erken tarihlerde yerleşmeye açılmıştır. Ankara’nın yüzey şekillerinde, yükseltileri 1000 m-1200 m arasında değişen ve vadilerle derin bir biçimde yarılmış yaylalar ile üstlerindeki birkaç yüz metre yükseklikte sırtlar ve tepeler ağır basar. Bent deresinin dar vadisi, günümüzde Ankara kalesinin bulunduğu tepeyi, yaylanın ovaya egemen dik kenarından ayırarak, korunmaya elverişli bir yer hazırlamış, Hititler, Frigyalılar ve Galatlar döneminde hep aynı yerde olan kent, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de yerini değiştirmemiştir. Geçmiş dönemlerde hep bir kale kenti rolü oynayan Ankara’nın günümüzdeki görünümünde de, ova zemininde yükselen kale hemen dikkati çeker. Kentin adı, eski dönemlerden günümüze kadar çok az değişiklik geçirmiştir. Hititler döneminde kentin hangi adla kurulduğu bilinmemektedir (Hititlerin Ankuva adlı kentinin yerinde kurulduğu ileri sürülmüşse de, bu konudaki bulgular yeterli değildir) Buna karşılık Frigyalılar döneminde adının Ankyra olduğu bilinmektedir. Bu adın “gemi çapası” anlamına gelen “anker” den türediği, Frigya kralı Midas’ın bir gemi çapası bulduğu yerde kenti kurarak bu adı verdiği ileri sürülmektedir. Ama bazı tarihçilerde kenti Galatların kurduğunu ve Mısırlılarla yaptıkları savaşta, ellerine geçirdikleri Mısır gemilerinin çapalarını zafer ganimeti olarak yanlarına aldıklarını, bundan esinlenerek kentlerine de Ankyra adını verdiklerini ileri sürmektedirler. Romalılar döneminde gemi çapası Ankara kentinin arması olarak kullanılmış ve sikkelerin, madalyaların üstüne çapa simgesi basılmıştır. Daha yakın dönemlere ilişkin bazı Türk-İslam kaynaklarındaysa kentin adının Engürü olduğu, bunun da farsça engür (üzüm) sözcüğünden geldiği belirtilmektedir. Ankara kalesinin halka “angarya”yla yaptırılmasından kente Angara adının verildiğini ileri sürenler de vardır. Günümüzdeki Ankara adı, çok eski dönemlerden bu yana kullanılan çeşitli adların, az çok değişikliğe uğramış biçimidir. 
             Ankara ve çevresinde yapılan arkeoloji kazıları sonucunda Yontmataş devrinden kalma araç-gereçlerin ortaya çıkarılmış olması, kentin geçmişinin yazılı tarihten çok öncelere uzandığını gösterir. Yöredeki ilk yerleşme merkezinin Anadolu’da ilk siyasal birliği sağlayan Hititler döneminde kurulduğu sanılmaktadır. İ.Ö. VIII. yy’da Ankara ve çevresi Frigyalıların eline geçmiş, İ.Ö. VIII. yy’da Frigyalılar Lidyalılara bağımlı hale gelmişler, İ.Ö.547’de Lidya kralının Perslere yenilmesinden sonra da Pers eğemenliği başlamıştır. Batı Anadolu’daki Sardeis (Sardes) ile İran’daki Susa kentleri arasında uzanan Kral yolu üstünde yer alan Ankara, Persler döneminde önemli bir konaklama ve ticaret merkezi haline gelmiş, Anadolu’da Perslerin egemenliğine son veren İskender, büyük Doğu Seferi’ne giderken, Ankara’da konaklamıştır. İ.Ö.III.yy’dan başlayarak Galatların merkezi olan Ankara, İ.Ö.II.yy’da Roma İmparatorluğu’na katılmış ve önemli bir askeri merkez haline gelmiş, Galatlar zamanında tepeden ovaya doğru yayılmaya başlayan gelişmesi Romalılar döneminde surların onarılan, tapınaklar, hamamlar ve hipodrom yapılan (günümüze bu yapıtlardan Augustus tapınağı ile Roma hamamının bir bölümü kalmıştır) kent, Bizans döneminde, (395-1073) etekten kaleye doğru çekilerek, kalın bir dış surla çevrildi ve tam bir Ortaçağ kenti görünümü aldı. 1071’de Selçukluların Malazgirt zaferini kazanarak Anadolu’ya girmelerinden sonraki yıllarda Ankara, Bizanslılar ve Selçuklular arasında birkaç kez el değiştirdi. Selçuklular döneminde Ankara kenti, kalın surlarla çevriliydi ve askeri önemini korumaktaydı; ama ana ulaşım yollarına göre sapa kaldığından ticari önemini yitirmişti. (Ankara’daki Selçuklu yapıtları, Konya, Sivas, Kayseri’dekiler kadar çok ve önemli değildir: o dönemden kalma başlıca yapıtlar arasında Alaaddin camii ve Çubuk çayı üstündeki Akköprü sayılabilir.)
               1304 yılında İlhanlıların eline geçen Ankara, 40 yıl süreyle onların yönetiminde kaldı. (Selçuklu ve Osmanlı dönemleri arasında kentin, Anadolu’da geniş toprakları ve yetkileri olan Ahiler tarafından yönetildiği söylenir.) Osmanlılara ilk olarak Orhan Bey zamanında geçti. (1356) kısa bir süre için el değiştirdikten sonra Murat I tarafından yeniden (1360) alındı. 1402’de Çubuk ovasında Yıldırım Beyazıd ve Timur arasında yapılan savaş, Osmanlıların yenilmesiyle sonuçlanınca Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavgaları arasında Ankara da bir süre şehzadeler arasında el değiştirdi; sonuçta Çelebi Mehmet’in Osmanlı tahtına çıkmasıyla (1413) Ankara, Anadolu eyaletlerinin bir sancağı haline geldi. XVIII.yy’daki Celali isyanları sırasında İstanbul üstüne yürüyen bütün isyancılar önce Ankara kalesini almak istedikleri için, sınırdan uzakta bulunmasına karşın, Ankara kalesi sürekli sağlam tutuldu. XVII ve XVIII.yy’larda Ankara, çevresindeki ovalarda iyi cins tahıl ve meyve yetiştirilen, otlaklarında iyi cins hayvan (koyun, keçi, at) beslenen, yerel sanayisi gelişmiş bir kentti. Ankara keçilerinin tüyünün Ankara’da ve çevre kasabalarda işlenerek tiftik haline getirilmesiyle yapılan dokumalar, İstanbul ve İzmir üstünde Mısır’a, Avrupa’ya satılırdı. Ama XIX.yy’ın başlarında Avrupa’da sanayinin gelişmesi yüzünden Ankara’da tiftik sanayisi gerilemeye başladı; el tezgahları azaldı; tiftik keçileri bakımsızlık yüzünden eski değerini yitirdi. İktisadında tiftik sanayisinin önemli rol oynadığı Ankara XIX.yy’da bir yandan bir gerilemelerden ötürü, bir yandan da sıtma hastalığının yaygınlaşması ve yangınlar yüzünden iyice gerileyip bir kasabaya dönüştü.            Balkan savaşından sonra Rumeli ülkelerinin yitirilmesiyle ülkenin batı sınırlarının İstanbul’a iyice yaklaşması üstüne, devlet merkezinin Orta Anadolu’ya taşınması söz konusu edildiyse de, bu konuda Ankara kenti düşünülmedi. Buna karşılık Kurtuluş savaşını Ankara’dan yöneten Atatürk, savaşın en kötü günlerinde kendisine destek olan kenti, 13 Ekim 1923’te başkent haline getirdi. Cumhuriyet sonrası: 
1923’te Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olan Ankara, hızla gelişti. Eski semtlerdeki boş yerler yapılarla dolarken, yeni semtler de kuruldu. Bataklıklar kurutularak sıtma tehlikesi ortadan kaldırıldı. Kentin su gereksinimini karşılamak için Çubuk barajı yapıldı. Cadde kenarları, eski yangın yerleri, parklar ağaçlandırılarak kentin görünüşü değiştirildi. 1926’da yapılan sayım denemesinde 57.800 olarak saptanan nüfus, 1927 genel nüfus sayımında 74.553’e yükseldi. 1945’te 200.000’i aştı (227.000 nüfus) Nüfustaki bu artış kentin alanını da genişletti ve kuruluş yıllarında kalenin bulunduğu tepede yer alan, XIX.yy’da bir surla kuşatılan kent, ovaya yayılıp, ovayı sınırlayan karşı tepelere ulaştı. Devlet merkezi olması nedeniyle aşırı nüfus yığılmasının sonucu, kent çevresi de hızla gecekondularla doldu. Günümüzde Ankara kenti eski yerleşme alanını her yönden aşmış ve geniş bir alana yayılmıştır. Eski kesimi iki bölümden oluşur. Hisar tepesinde yer alan Kaleiçi; bu tepenin ortasından ovaya doğru yayılan ve günümüzde ortadan kalkmış bulunan ova surları içindeki mahalleler. Eski Ankara’da son yıllardaaçılan caddeler boyunca dizilmiş çok katlı yapılar ve alanlar bulunmasına karşılık, küçük kerpiç yapılı evlerin yer aldığı dar ve dolambaçlı yollara da rastlanır. Tarihsel yapılar da kentin bu eski kesiminde yer alır. (Augustus tapınağı; Roma hamamı kalıntıları; Osmanlı döneminden kalma camiler) Ankara kalesi, tepenin yüksek bölümünü kaplayan bir iç kale ile çevresini kuşatan dış kaleden oluşur. Dış ve iç kale surları arasındaki alan ile iç kalenin kuşattığı alan, dar sokaklar boyunca dizilmiş eski evlerle kaplıdır. (Ankara’ya özel bir görünüm kazandıran bu evler, kurulan ahşap iskelet boşlukların kerpiçle doldurulmasıyla yapılmıştır; duvarları, kireçle badanalıdır.) Ama son yıllarda bunların çoğu yıkılmış, kale dışındaki mahalleler hızla gelişmiş, genişletilen ya da yeni açılan yollar ve alanlar boyunca çok katlı yapılar yükselmiştir.

Cumhuriyetten önce yalnızca Kaletepe çevresinde yayılan Ankara, cumhuriyetle birlikte gelişmeye başladı. O zamanlar kentin iş merkezini oluşturan günümüzün Ulus alanına açılan caddeler boyunca, yeni yapılar kuruldu. (eski Türkiye Büyük Millet Meclisi; Ankara Palas) 1930-1940 arasındaki dönem, Ankara’nın genişleme dönemi oldu. H.Jansen’in yaptığı plana göre kent Kaletepe çevresinde yeşil şeridin (bağlar, bahçeler) dışına taştı. Ankara’nın kale dışındaki mahalleleri, caddeler açılarak genişletilirken, güneyde de Yenişehir kuruldu. Kent kısa sürede Cebeci ve Maltepe yönünde genişledi. Çankaya’ya doğru uzanan kesimlerde bakanlıklar ve elçilikler kuruldu. 1940’ta yapılan sayımda nüfusu 157.000 olan kentin gelişmesi, İkinci Dünya savaşının bunalımlı yıllarında yavaşladıysa da kentin çevresinde ikinci bir şerit Gazi Eğitim Enstitüsü, Atatürk Orman Çiftliği, Harp Okulu üstünden Dikmen ve Çankaya’ya uzanan bu ikinci şerit üstünde sonradan Anıtkabir yapıldı) 1950’de nüfusu 288.000’e yükselen Ankara’da iş merkezi Ulus’tan Yenişehir’e kaydı; kent, Maltepe yönünde genişledi ve Bahçelievler’in ilk bölümleri kuruldu.

            1950-1960 döneminde ikinci yeşil şerit de atlanarak, kentin alanı daha da genişletildi. Yeni semtler kuruldu (Yenimahalle, Aydınlıkevler, Gazi Mahallesi, Anıttepe); ayrıca eski bağların yerine sürekli yerleşmeler yapıldı. 1960-1970 yılları arasında yoğun bir yapı çalışmasına girişilerek Kavaklıdere, Çankaya ve Ayrancı kalabalıklaştı. Yenimahalle’ye, Karşıyaka, Demetevler gibi yeni semtler eklendi ve bu kesim ile Atatürk Orman Çiftliği arasındaki boşluklar hızla doldu.1965’te 902.000’e yükselen kent nüfusu, 1970’te ilk kez 1 milyonu aştı (1.236.000 nüfus) 1980’de 1.877.755, 1985’te 2.235.035 oldu.
ANKARA KRONOLOJİSİ
İ.Ö. VIII-VII.yyFrigler
İ.Ö.VII-547Lidyalılar
İ.Ö.547-331Persler
İ.Ö.331-278Helenistik dönem
İ.Ö.278-189Galatlar
İ.Ö.189-İ.S.395Romalılar
395-1073Bizans Dönemi
1073Selçuklular'ın Ankara'yı ele geçirmesi
1101Haçlı orduları'nın Ankara'ya girişi
?Selçukluların kenti ikinci kez ele geçirmesi
1127Danişmendoğullarının kenti Selçukluların elinden alması
1143Kentin üçüncü kez Selçukluların eline geçmesi
1202Muhiddin Mesud'un egemenlik kurması
1204Rükneddin Süleyman'ın kenti ele geçirmesi
1304Kentin İlhanlıların eline geçmesi
1344Ahi yönetiminin kurulması
1354Süleyman Paşa'nın kenti Osmanlı topraklarına katması
1362Ankara'nın sınırlı bağımsızlığının sona ermesi
1402Ankara Savaşı
1413Ankara'nın Anadolu Eyaleti'nin bir sancağı olması
1595Ankara Celali İsyanlar'ndan etkilenmeye başlaması
1832Mehmed Ali Paşa'nın Ankara'ya işgali
1864Ankara'nın vilayet merkezi olması
1873Kıtlık
1892Demiryolunun Ankara'ya ulaşması
1919Mondoros Mütarekesi sonrası Fransız ve İngiliz işgal kuvvetlerine bağlı bir müfrezenin Ankara'ya gelmesi
27 Aralık 1919Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Ankara'ya gelişi
6 Nisan 1920Anadolu Ajansı'nın kurulması
23 Nisan 1920Büyük Millet Meclisi'nin açılması
7 Ekim 1920Resmi Gazete'nin (Ceride-i Resmiye) yayına başlaması
20 Ocak 1921İlk Anayasa'nın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) Meclis'te kabulü
12 Mart 1921İstiklal Marşı'nın kabul edilmesi
31 Temmuz 1922İstiklal Mahkemelerinin kurulması
1 Kasım 1922Hilafet ve Saltanatın birbirinden ayrılarak saltanatın kaldırılması
13 Ekim 1923Ankara'nın başkent olması
29 Ekim 1923Cumhuriyetin ilan edilmesi, Mustafa Kemal'in ilk Cumhurbaşkanı seçilmesi
16 Şubat 1924Hilafetin kaldırılması
20 Nisan 19241924 Anayasa'nın kabülü
26 Ağustos 1924İş Bankası'nın kurulması
16 Şubat 1925Tayyare Cemiyeti'nin (THK) kurulması
5 Mayıs 1925Atatürk Orman Çiftliği'nin kurulmaya başlanması
1 Eylül 1925I.Tıp Kongresi'nin toplanması
19 Ekim 1925Ankara Tıp Fakültesi'nin açılması
5 Kasım 1925Ankara Hukuk Mektebi'nin (1931'de fakülte oluyor) açılması
11 Eylül 1926Ankara otomatik telefon santralının açılması
24 Kasım 1927Ulus Meydanı'ndaki Zafer Anıtı'nın açılması
18 Temmuz 1930Etnografya Müzesi'nin açılması
10 Nisan 1931Türk Ocakları'nın kapatılması
12 Nisan 1931Türk Tarih Tetkik Cemiyeti'nin kurulması
3 Ekim 1931Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın açılması
19 Şubat 1932Halkevi'nin açılması
2 Temmuz 1932I.Türk Tarih Kongresi'nin toplanması
12 Temmuz 1932Türk Dil Tetkik Cemiyeti'nin kurulması
30 Ekim 1933Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün açılması
4 Mart 1934Ankara Radyosu'nun yayına başlaması
1 Kasım 1934Güvenlik Anıtı'nın açılması
25 Mayıs 1935I.Türk Basın Kongresi'nin toplanması
23 Ekim 1935Etibank'ın açılması
24 Ekim 1935I.Belediyeler Kongresi'nin toplanması
9 Ocak 1936Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nin açılması
3 Kasım 1936Çubuk barajı'nın açılması
15 Aralık 1936Ankara Stadyumu'nun hizmete girmesi
29 Ekim 1937Ankara Garı'nın açılması
20 Kasım 1938Atatürk'ün naaşının Ankara'ya getirilmesi
21 Kasım 1938Atatürk'ün naaşının Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konması
19 Mayıs 1943Gençlik Parkı'nın açılması
9 Ekim 1944Anıtkabir'in temelinin atılması
7 Ocak 1946Demokrat Parti'nin kurulması
15 Ağustos 1948Milli Kütüphane'nin açılması
30 Ekim 1951Arkeoloji Müzesi Hitit Eserleri Salonu'nun açılması
10 Kasım 1953Atatürk'ün naaşının Anıtkabir'e konması
27 Mayıs 1960Ordunun yönetime el koyması
9 Temmuz 19611961 Anayasasının halk oylaması sonucunda kabulü
12 Mart 1971Ordunun yönetime el koyması
12 Eylül 1980Ordunun yönetime el koyması
1983Ankara'nın Metropol Şehir olması
1987Kocatepe Camii'nin açılması
16 Eylül 1988Doğalgazın Ankara'da kullanılmaya başlaması
16 Şubat 1989Buz Pateni Sarayı'nın açılışı
Kasım 1989Atakule açılışı
27 Aralık 1992Altınpark açılışı
10 Eylül 1994Aşti'nin açılışı
30 Ağustos 1996Ankaray'ın faaliyete geçişi
13 Eylül 1996Dikmen Vadisi açılışı
27 Eylül 1997Tatlar Atıksu Arıtma Tesisleri'nin faaliyete geçişi
28 Aralık 1997Ankara Metrosu'nun hizmete girmesi
29 Ekim 1998Aski Kapalı Spor Salonu'nun açılışı
5 Temmuz 2003Göksu Parkı'nın açılışı
30 Ağustos 2003Harikalar Diyar'nın açılması

ÖZGÜRLÜK




ÖZGÜRLÜK 

Okul defterlerime
Sırama ağaçlara
Kumlar karlar üstüne
Yazarım adını

Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş kan kağıt veya kül
Yazarım adını;

Yaldızlı tasvirlere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
Yazarım adını

Ormanlara ve çöle
Yuvalara çiğdeme
Çın çın çocuk sesime
Yazarım adını

En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Nişanlı mevsimlere
Yazarım adını

ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK 
Özgürlük yoluna girmezsen,
Bu yolda koşmazsan var gücünle,
Yıkamazsan yüzünü yüreğinin kanında,
Yarın avucunu yalarsın.

Adam dediğin kendini yok bilmedimi,
Cayır cayır yanmadımı yürek dediğin,
Hadi öyleyse uğurlar olsun.

Özgürlük

Özgürlük

Özgürlük yoluna girmezsen,
Bu yolda koşmazsan var gücünle,
Yıkamazsan yüzünü yüreğinin kanında,
Yarın avucunu yalarsın.

Adam dediğin kendini yok bilmedimi,
Cayır cayır yanmadımı yürek dediğin,
Hadi öyleyse uğurlar olsun.
 
Ömer Hayyam

Havuz....


nice yıllara
Nice yıllara arkadaşım
İyiki varsın sen
Şimdi girdin yaşına
Büyüdün biraz olsada
Hep böyle sürecek
Yaş günü maceran

Gittikçe büyüyeceksin
Büyüyüp gelişeceksin
Bu macera böyle sürer
Hayat devam eder

bir gazi varmış


bir gazi varmış
bir gazi varmış
herkezi öper koklarmış
hele çocukları hele

ama en çok
onların mahalesindeki
muhammet miş

ona dermiş ki
sen peygamber efendimiz s.a.s ye benziyosun
çocuk bakarmış ama hiç bişey anlamazmış


peygammerimiz s.a.s ne yaptı
beni atatürke benzet olurmu
hayır! senin adın efendimiz s.a.s

hayır benim adım muuhammet
işte bu yüzden ya
onunadı ya

ne için
annen baban koymuş ne güzelde oymuş deyilmi
ben beyenmiyorum

beyenmen değil büyük bir paşanın adı taşıyorsun
hem ona enziyorsun
büyüyünce bu isimi taşımaktan gurur duyacaksın buna inan olurmu yavrım

ben gazi olmaktan nasıl gurur duyuyor isem
sende büüyünce öyle gurur duyacaksın yavrum

Okul Makalesi

OKULÖNCESİ EĞİTİME YÖNELİK RESİMLİ ÇOCUK KİTAPLARININ BULUNMASI GEREKEN TEMEL ÖZELLİKLER AÇISINDAN İNCELENMESİ Özlem KÖRÜKÇÜ* ÖZET Bu araştırma, okulöncesi eğitime yönelik çocuk kitaplarının çeşitli özellikler açısından incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma Denizli il sınırları içinde bulunan kütüphaneler, anaokulları ve kitapçılardan toplanarak incelenen 124 kitap üzerinden yürütülmüştür. Araştırmaya alınan kitaplar için, kitabı biçim ve içerik olarak tanımlayıcı “Kitap Kayıt Formu” oluşturulmuş ve bu form her bir kitap için ayrı ayrı doldurulmuştur. Kayıt formları SPSS 11.0 paket programı araştırmacı tarafından uygulanarak değerlendirilmiş ve frekans dağılım tabloları oluşturulmuştur. Araştırma sonucunda kitapların %63.7’sinin İstanbul’da basıldığı %68.8’inin 14-16 sayfa aralığında olduğu, %46.9’unun orta boyda olduğu, %66.9’unun sırttan tutkalla yapıştırılmış ve dikişli olduğu , %44.3’ünün ise ince karton kapaklı olduğu, %50’sinin sosyal yaşama yönelik konulara sahip olduğu gözlenmiştir. Ayrıca kitaptaki resimlerin %96.7 oranında metinle ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Araştırma sonucunda okulöncesi çocuk kitaplarına yönelik çeşitli öneriler sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Çocuk kitabı, Okulöncesi, Çocuk yayın

SİVAS İLİNİN TARİHÇESİ

SİVAS İLİNİN TARİHÇESİ
Çifte Minare / Double Minaret
Sivas'ın bugünkü sınırları içerisinde yer alan Hafik Gölü, Pılır Höyüğü, Zara Tödürge Gölü kıyısındaki Tepecik Höyüğü ile Kangal ilçesi Çukur Tarla ve Kavak nahiyesi Höyük değirmeninde Prehistorik buluntular elde edilmiştir. Yıldızeli Argaz Höyük ve çevresinde Kalkolitik çağ (maden taş devri M.Ö. 5000-3500) ile Tunç Devri (M.Ö. 3000-1500) buluntuları elde edilmiştir.
Sivas Atatürk ve Kongre Müzesi / Sivas, Atatürk and congress Museum
Sivas'ın yazılı tarihi M.Ö. 2000 yılı başlarında Hititlerle başlamakta olup merkez Tatlıcak Köyü ile Uzuntepe Köyündeki Höyükler, Divriği Maltepe Köyünde bulunan höyük ve Gürün Şuğul vadisindeki Hititçe yazılar başlıca Hitit yerleşim alanlarıdır. Balkanlar üzerinden Anadolu'ya gelen Frig’lerin Hititleri ortadan kaldırmaları sonucu Sivas'ta Frig egemenliğine girmiştir. Frig yerleşimi Hitit yerleşim alanlarının üst katlarında görülmektedir. Lidya’lılar zamanındaki meşhur Kral Yolu da Sivas'tan geçmektedir.
Anadolu'daki Pers egemenliğinden sonra kurulan şehir devletlerinin zamanla Roma İmparatorluğuna bağlanması sonucu, önemli yol kavşağı üzerinde bulunan şimdiki şehir merkezinin iskan edildiği ve Sebasteia adını aldığı görülmekte veya ilin isminin Hitit Kavmi olan sibasip adından geldiği gibi, Roma İmparatoru Aguste tarafından şehre yunancada şehir manasına gelen "Sebasteia" adının verildiği ve yine Selçuklular zamanında üç değirmen anlamına gelen "Sebast" kelimesinden geldiği rivayet edilmektedir.
Hitit Dönemi Altın Mühüryüzük M.Ö.15 yy. / Golden ornaments from 15 century B.C.  
Bu yörede Roma hakimiyeti tam olarak yerleştikten sonra şehre "Diyapolis" yani Mebud şehri adı verilmiştir.
Hitit Tanrı Heykeli M.Ö. 16-15 yy / Hitite God Temple (B.C. 15 Century)
Roma İmparatorluğu hakimiyetine giren şehir 395'te Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna ayrılan topraklar içerisinde kaldı.1509'da Anadolu'ya giren Türkmen güçleri ve 1604'te Alparslan'ın önünden kaçan Selçuklu şehzadesi Elbasan Sivas yöresinde kısa süre hakimiyet sağlamışsa da, bölgenin Türk egemenliğine girmesi ancak 1071 Malazgirt Zaferinden sonra gerçekleşti. Kısa bir süre Selçuklu hakimiyetinde kalan Sivas'ta 1075'te Danişmend Beyliği kuruldu. Danişmend Beyliğinin taht kavgaları ile zayıf düşmesinden sonra Anadolu Selçuklularını yeniden birleştiren I.Mesud, 1152’de Sivas'ı eline geçirdi.
D.Melik Ahmet Gazi Sivas'a giriyor (1095) Kent Bizans ve Ermeni çatışmalarından boş ve harap durumdadır.
Bizanslılarında karıştığı taht ve egemenlik kavgaları sırasında Anadolu Selçukluları ile Danişmend’liler arasında sürekli el değiştiren Sivas, 1175'te II. Kılıçarslan tarafından kesin olarak Selçuklulara bağlandı. Daha sonra İzzetdin Keykavus Sivas'ı başkent yapmış, uzun müddet Sivas'ta kalarak günden güne genişleyen Sivas Şehri mamur edilmiş ve 1217 yılında Şifaiye Medresesini yaptırmıştır. İlim adamlarını Sivas'ta toplayarak şehri büyük bir ilim merkezi haline getirmiştir, İzzetdin Keykavus Türbesi" yaptırdığı medrese içinde bulunmaktadır.
Silahi El Matraki'nin Sivas Şehri Minyatürü
1220 yılında İzzettin Keykavus ölünce yerine I. Aladdin Keykubat hükümdar oldu. Bu dönem Anadolu Selçuklularının en parlak dönemi oldu. Moğol istilasını dikkatle izleyen ve önlemler almaya çalışan Sultan 1224'te Sivas'ı surlarla çevirerek korunaklı duruma getirdi. Yerine geçen II. Gıyasettin Keyhüsrev'in kötü yönetimi sırasında sıkıntı çeken halk,1240 yıllarında ayaklanarak Sivas'ı yağmaladı. Selçuklu askerlerinin sivilleri sindirmek için seferber olduğunu gören Moğollar, Anadolu'yu ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Gıyasettin Keyhüsrev'i 1243'te Kösedağı Savaşı'nda yenilgiye uğratan Moğol güçleri, 'Sivas'ı işgal ettiler. Moğollarca bağımlı duruma gelen Selçuklular, Moğollar tarafından kurulan İlhanlı Devleti ile idareye hakim olunmuş. Sivas ili bu dönemlerde büyük bir gelişme göstererek önemli bir ticaret ve bilim kenti olmuştur.
Zara Demiryurt Mağaraları / Zara Demiryurt Caves
Anadolu'da yarım asır kadar devam eden İlhanlılar devrinde Vali Demirtaş Sivas'a yerleşmiş ve istiklalini ilan ederek Sivas'ta uzun yıllar saltanatını sürdürmüştür. Demirtaş'tan sonraki Sivas Valileri sırayla, Alaattin Ertana oğlu Gıyaseddin Mehmet, Alaattin Ali ve oğlu Mehmet Bey Sivas'ta saltanatı sürdürmüşlerdir.
Ali Bey'in ölümünden sonra yerine geçen yedi yaşındaki Mehmet Bey'i Kadı Burhaneddin saltanatından uzaklaştırarak Sivas'ta kendi devletini kurmuştur. Bu arada Kadı Burhaneddin Sivas'ı onarmak için birçok çaba göstermiştir.
Surların etrafında hendekler kazdırılmış, kaleleri tamir ettirmiş ama Akkoyunlu aşireti reisi Kara Osman'la yaptığı muharebe sonunda katledilmiş yerine oğlu Alaattin geçmiştir.
Bu sırada Timurlenk Anadolu'ya akınlar yapmıştır. Yıldırım Beyazıt Amasya'yı almış Sivas'a yaklaşmış, güneyde Karamanlıların baskısına dayanamayan Alaattin, şehri Osmanlılara teslim etmiştir.
Bir davetle Sivas'ı teslim alan Beyazıt, şehri en büyük şehzadesi Emir Süleyman'a vermiştir. Sivas Osmanlıların eline geçtikten bir yıl sonra 1400 yılında Timur'un istilasına uğramış, bir süre sonra tekrar Osmanlı hakimiyetine geçmiştir.
Sivas Osmanlı İmparatorluğunda eyalet merkezi haline getirilerek Amasya, Çorum, Tokat kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas'a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde belirtildiği gibi Sivas zamanının en önemli eyaletlerinden biridir (40 ilkokul, 1000 dükkan, 18 han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir.
Sivas'a birçok vali atanmış, bunlar içinde belki de ismi hiç unutulmayacak olan Halil Rıfat Paşanın yaptırdığı birçok yollar, köprüler, hanlar ve konaklar halen halkımızın hizmetindedir. Tarihin kaydedildiği zamandan beri önemli bir yerleşim merkezi olan Sivas, asırlar boyunca önemini korumuş ve özellikle Milli Mücadele yıllarında milli mücadeleye başlangıç olması ona tarihin en kıymetli değerini vermiştir.
MİLLÎ MÜCADELEDE SİVAS
Sivas Kongresi Niçin Toplandı?
Kasım 1914'de girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıktık. Savaş sona erdiğinde milyonlarca kilometrekare toprağı ve yüzbinlerce insanımızı kaybetmiş olarak Anadolu topraklarına çekildik. Türkleri, Anadolu'dan da atma projesi devreye sokuldu. Mondros Ateşkesinin uygulamaya konulması sonucu Musul, İstanbul, Boğazlar, Doğu Trakya, İskenderun, Maraş, Urfa, Antep, Batum, Adana, Antalya, Kuşadası ..vd. Anlaşma( İtilaf) devletleri'nin işgaline uğradı. Anadolu içlerine ve kıyılarına askerî birlikler çıkardılar.
Ermeni ve Rum azınlık, işgal ordularını çoşku ile karşıladıkları gibi ülkenin çeşitli yörelerinde taşkınlıklarını, katliamlarını sürdürdü. Paris Barış Konferansı kararı gereğince Yunanlıların İzmir'i işgali, bardağı taşıran son damla oldu.
Henüz Balkan ve Birinci Dünya Savaşı yaralarını sarmadan Anadolu topraklarının da işgale uğraması, Türk halkını karamsarlığa düşürdü. İşgaller ve azınlıkların tutumu karşısında, ülke yöneticileri siyaset yoluyla sorunu aşacaklarını düşünürken, aydınlar arasında Amerikan, İngiliz, Fransız ‘manda' eğilimleri baş gösterdi.
Manda düşüncesini savunanlara göre: “ Alman desteği altında Anlaşma devletlerine yenilen Osmanlı Devleti, bu güçlü devletlere karşı tek başına bir mücadele yürütemezdi ”. Mevcut durum karşısında ulusa olan güven duygusunu yitirenler: “ işgallere karşı direniş, yeni işgallere yol açar ” diye düşünüyorlardı. Ulusal tepki ve direnişler İstanbul basınında eleştirilmekte, İstanbul Hükümeti tarafından ise şiddetle uyarılmaktaydı.
Atatürk, bu durum karşısında Türk ulusuna duyduğu güvenle: “ Memleketi bu müthiş badireden kurtarmak için yalnız bir kuvvetin temini lazımdır: milletin birliği ” diyerek, bağımsızlık yolunda ilk yöntemi açıklıyordu. Birliği sağlamanın yolu ise ulusal bir kongreden geçiyordu. Ulusun temsilcileri bir araya gelecek ve ülkenin içinde bulunduğu duruma bir çözüm getirecekti. Bu çözümün kararları Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919) alınacaktır.
Sivas Kongresi Nerede Kararlaştırıldı?
9. Ordu Müfettişi olarak, asayişi düzeltmek göreviyle Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa Ali Fuat (Cebesoy), Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) ile Amasya'da buluştu. Amasya Genelgesi için Kazım Karabekir Paşa ve diğer ilgililerin onayı alındı. 21 / 22 Haziran 1919'da yayımlanan genelge, illerin askerî ve mülkî yöneticilerine telgrafla, İstanbul'daki bazı devlet adamları ve komutanlara ise özel mektup ekinde ulaştırıldı.
Amasya Genelgesi “ Vatanın Bütünlüğü Milletin Bağımsızlığı Tehlikededir ” uyarısı ile başlıyor ve “ Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır ” çözüm önerisi ile sürüyordu.
Sivas Kongresi kararı, genelgede şöyle belirtiliyordu: “ Milletin istiklâlini kurtarmak için, her türlü tesir ve baskıdan uzak bir millî heyetin kurulması gerekmektedir. Bunun için yazışmalar sonunda, Anadolu'nun en güvenilir yeri Sivas'ta Millî Kongre'nin toplanması kararlaştırılmıştır. Fırka (parti) anlaşmazlıkları gözetilmeden her sancaktan, halkın güvenini kazanmış üç murahhasın (delegenin ), mümkün olan çabuklukla yola çıkarılması gerekir. Her ihtimale karşı bunun bir ‘millî sır' olarak tutulması ve gereken yerlerde yolculuğun değişik adla ve kılıkla yapılması lâzımdır.
Müdafaai Hukukı Millîye Cemiyetleri ve Belediye Başkanlıklarınca murahhasların seçilmesi ve yola çıkarılması hakkında, vatanseverlikle yardımcı olmanızı; ve onların adlarıyla yolculuk tarihlerinin telgrafla bildirilmesini istirham eylerim .”
Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta ( 27 Haziran 1919)
Erzurum Kongresi'ne katılmak üzere Erzurum'a gitmekte olan Mustafa Kemal Paşa, 27 Haziran 1919 günü Sivas'a geldi. Israrla İstanbul'a çağırıldığı, emirlerinin dinlenilmemesi için genelgeler yayımlandığı, tutuklama söylentilerinin dolaştığı bir sırada geldiği Sivas'ta halk ve askerler tarafından çoşkuyla karşılandı. O anı kendisi Nutuk'ta şöyle anlatır:
“ Sivas şehrine girerken, caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askeri birlikler tören düzenini almış bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek askeri ve halkı selamladım... Bu manzara, Sivas'ın saygıdeğer halkının ve Sivas'ta bulunan kahraman subay ve askerlerimizin bana ne kadar bağlı ve sevgi ile dolu olduğunu gösteren canlı bir tanık idi.. 
27 Haziran günü Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yöneticilerine şu direktifleri verdi: “ Halkın çoğunluğunu, özellikle okumuş ve genç unsurları amaç etrafında toplayınız. fiili direnişe hazırlanın. Olumsuz propaganda ve akımlara karşı önlemler alın. Kolordu Komutanı ve Kurmay Başkanı ile çok sıkı ve sürekli ilişki içinde bulununuz, onların şifresi ile önemli konular ve durumlar hakkında bilgi alış verişi yapın. Vali ile de iyi ilişkileri geliştirerek iki merkezin vilayete yapacağı duyurulardan bilgi sahibi olunuz. Sivas merkezinden Erzurum Kongresi için iki delege seçerek derhal yola çıkarınız 
Bu direktifler, Sivaslı vatanseverler üzerinde kıvılcım etkisi yaptı. Ulusal mücadele yolundaki çabalarını artırdılar. M. Kemal, 28 Haziran sabahı, Ramazan Bayramının birinci günü, erkenden Erzurum'a doğru yola çıktı.
Sivaslılar Mustafa Kemal Paşayı Karşılıyor ( 2 Eylül 1919)
Ermeni tehdidine karşı Doğu illerinin birliğini sağlamak amacıyla toplanan Erzurum Kongresi amacına ulaşmış, Kongreye başkanlık eden ve yönlendiren Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki arkadaşları ve üç Temsil Kurulu üyesiyle birlikte Sivas yolundadır.
2 Eylül günü Sivas, tarihinin en mutlu günlerinden birine uyanır. Sivas halkı, Erzincan yönüne doğru, erken saatlerde akın etmeye başlar. Atlı – yaya yola çıkanlar Kılavuz tepesinde toplanır. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını getiren otomobillerin Seyfebeli'nden görülmesi ile Sivaslıları büyük bir sevinç dalgası kaplar. Halkın büyük sevgi gösterisinden sonra güneş batarken hep birlikte şehre girilir. Karşılamaya çıkamayanlar caddenin iki yanını doldurmuş, alkış tufanı arasında Mustafa Kemal Paşayı selamlar.
Sivaslılar, misafirleri için Mekteb-i Sultanî'yi (Kongre Binası-Lise) hazırlamışlardı. Akşam onurlarına yemek verilir. Dinlenmeye çekilirler.
Sivas Kongresi'nde Sivas Delegesi Var mıydı?
Sivas Vilayeti, ‘Altı Doğu İli”nden biri olması nedeniyle Erzurum Kongresi'nde temsil edildi. Erzurum Kongresi'ne katılan 13 delegeden ikisi Sivas Merkez Sancağı'nı temsilen Erzuruma gitti. Erzurum Kongresi sonunda dokuz kişilik Temsil Kurulu belirlendi. Sivas (merkez) delegeleri, Mustafa Kemal Paşanın bütün ısrarlarına rağmen Temsil Kurulu'nda görev almadı. Bunun üzerine, Sivas Vilayeti adına Temsil Kurulu'na Bekir Sami (Kunduk) ve Rauf (Orbay) Beyler seçildi.
Erzurum Kongresi'ne katılan yaklaşık 56 delege, Sivas Kongresi'ne katılmak için memleketlerinden yetki almamışlardı. Ayrıca bu delegeleri Sivas Kongresi'ne getirmek pratik olarak da mümkün değildi. Bu durum karşısında, Temsil Kurulu üyelerinin, Doğu illerini ve Trabzon vilayetini temsilen Sivas Kongresi'ne katılması kararlaştırıldı. Bu nedenle, Sivas Kongresi'nde - Temsil Kurulu üyeleri dışında - Doğu illerinden ve Trabzon'dan delege yer almamıştır.
Böylece, Bekir Sami (Kunduk) ve Rauf (Orbay) Bey, Sivas Vilayeti kontenjanından seçildikleri Temsil Kurulu Üyeliği ile hem doğu illerinin, hem de dolayısıyla Sivas'ın temsilcisi olarak Sivas Kongresi'nde yer almışlardır.
Sivas Kongresi Delegeleri
Delegenin Adı : Temsil Ettiği Yer: Mesleği:
Mustafa Kemal (Atatürk)Temsil Kurulu Başkanı (Erzurum)Ordu Müf. İstifa
Hüseyin Rauf (Orbay)Temsil Kurulu Üyesi (Sivas)Em. Deniz subayı
Bekir Sami (Kunduk)Temsil Kurulu Üyesi (Sivas)Mülkiyeli - Vali
Fevzi (Baysoy)Temsil Kurulu Üyesi (Erzincan)Din adamı -Şeyh
Raif (Dinç)Temsil Kurulu Üyesi (Erzurum)Hukukçu- Yargıç
Refet (Bele)Canik (Samsun)(TKÜ)Asker (Albay)
Kara VasıfAntepEmekli Albay
İsmail Hami (Danişment)İstanbulMülkiyeli- Tarihçi
İsmail Fazıl (Cebesoy)İstanbulEmekli General
Hikmet (Boran)Ask. Tıb. Öğr. Tem.(İst.)Tıbbiye Öğrencisi
Ahmet NuriBursaİlmiye sınıfı Hocası
Osman Nuri (Özpay)BursaHukukçu- Avukat
Hüseyin (Bayraktar)EskişehirTüccar
Hüsrev Sami (Kızıldoğan)EskişehirSubay
Halil İbrahim (Sipahi)EskişehirTüccar- Bld. Bşk.
Mehmet Şükrü (Koçzade)A. KarahisarHukukçu
Salih Sıtkı (Kesrioğlu)A. KarahisarMülkiyeli
Bekir (Gümişioğlu))A. KarahisarÖğretmen
Abdurrahman Dursun (Yalvaç)ÇorumÖğretmen
Mehmet Tevfik (Ergun)ÇorumÖğretmen
İbrahim Süreyya (Yiğit)Alaşehir (Saruhan)Mutasarrıf
Macit (Suner)Alaşehir (Manisa)Hakim (Yargıç)
Mehmet Şükrü (Dalamanlı)DenizliHukukçu
Yusuf (Başağazade)DenizliHukukçu - Zıraatçı
Necip Ali (Küçüka)DenizliHukukçu -Yargıç
Hakkı Behiç (Bayiç)DenizliMülkiyeli
Sami ZekiKastamonuEmekli Subay
Nuri (Tatlızade)KastamonuTüccar
Halit Hami (Mengi)Bor (Niğde)Tüccar- Beld. Bşk.
Mustafa (Soylu)NiğdeÖğretmen
Yusuf Bahri (Tatlıoğlu)YozgatÇiftçi
Osman Remzi (Öğüt)NevşehirMemur
Mazhar Müfit (Kansu)Denizli (Hakkari)Valilikten istifa
Hasan??
Süleyman (Boşanlı – Boşnak)Samsun(Canik)Çiftçi - Denizci
Aşağıdaki isimler ise Sivas Kongresi'ne delege olarak seçilmişler, ancak kongre çalışmaları sona erdikten sonraki günlerde Sivas'a gelebilmişlerdir.
Nuh Naci (Yazgan)KayseriTüccar
Ahmet Hilmi (Kalaç)KayseriKaymakam
Ömer Mümtaz (İmamzade)KayseriTüccar
İhsan Hamit (Tigrel)DiyarbakırEğitimci
Bursa delegeleri gösterilen askerlikten istifa etmiş Necati (Kurtuluş) ve hukukçu Asaf (Doras)'a kongre tutanaklarında rastlanmadığı halde, bazı eserlerde isimleri geçmektedir.
Sivaslılar Kongre için neler yaptı?
Sivaslı Rasim (Başara) Bey, Müftü Abdürrauf Efendi, Emir (Marşan) Paşa ile 3.Kolordu Komutanı Selahattin(Çolak) ve M.Kemal Paşanın özel temsilcisi Ask.Dr. İbrahim (Tali) Bey, ‘lise' binasının Kongre için düzenlenmesiyle ve diğer hazırlıklarla ilgilendiler. Hayri (Sığırcı)Bey ve Şekercizade İsmail Efendi, evlerinden getirdikleri eşyalar ile Mustafa Kemal Paşa'nın kalacağı odayı ve Kongre salonunu döşediler.
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum'dan gönderdiği haberle gelen delegelerin otellerde kalmasını yasaklayınca, Şekercizade İsmail Efendi çok sayıda delegeyi evinde uzun süre misafir etti.
Rasim Bey ve Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin diğer yöneticileri, Hürriyet ve İtilaf Partisi Sivas örgütünün olumsuz propagandalarını boşa çıkararak, halkı millî mücadeleye ısındırdılar.
Sivas Kongresi delegelerinin yemekleri ilk günlerde Sivas Belediyesi tarafından karşılandı. Belediye Başkanı Abdulhak Bey sadece yemekle değil, bütün sorunlarla yakından ilgilendi. Daha sonra masrafları kısmak amacıyla, yemekler Kongre binasının alt katındaki mutfakta çıkarıldı.Yemek giderleri belli ölçüde Sivas'ın varlıklı aileleri tarafından karşılandı.
Şehrin ileri gelenleri ve yöneticileri sık sık kongre binasına giderek, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekileri ziyaret ettiler, gece sohbetlerine katıldılar.
Böbreklerinden rahatsız olan Mustafa Kemal Paşaya sık sık kepenek suyu getirilerek iyileşmesine yardımcı olundu.
Fransızların Güneyden, İngilizlerin Kuzeyden şehri işgal edeceği tehdit ve söylentilerine, Elazığ Valisi Ali Galip'in Kongreyi basarak dağıtma girişimlerine, İstanbul Hükümeti'nin baskılarına rağmen vatansever Sivas halkı Sivas Kongresine, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına tam bir ev sahipliği yapmıştır.
12 Eylül 1919 günü Kongre salonunda halka açık bir toplantı yapıldı. Davetli Sivaslılar tam kadro bu toplantıya katıldığı gibi, aynı gün Ulu Cami'de yapılan toplantıya Sivas halkı büyük bir ilgi ile katılarak, heyecanlı konuşmaları can kulağı ile dinlemişlerdir.
Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları ve Temsil Kurulu üyeleri 108 gün kaldıkları Sivas'ta huzur içinde çalışmalarını yürütmüşlerdir.
Kongre sonrası Sivaslı vatansever kadınların yaptıkları çalışmalar her türlü övgünün üstündedir.
Sivas Kongresi'nin Açılışı ve Başkanlık tartışması
4 Eylül 1919 Perşembe günü Sivas, tam bir bayram sevinci içindeydi. Sivas halkı, saatler öncesinden Mekteb-i Sultanî'nin önünde toplanmış, binaya giden yolları doldurmuştu.
Açılış saati olan 14.00'e beş kala Mustafa Kemal Paşa odasından çıkıp toplantı salonuna girdi. Doğruca Başkanlık kürsüsüne çıktı. Çünkü bu toplantının düzenleyicisi ve davetçisiydi. Açış konuşmasına şu cümlelerle başladı:
“ Muhterem Efendiler;
Vatan ve milletin kurtuluşunu amaçlayan zorlayıcı sebepler, sizleri bunca sıkıntı ve engeller karşısında Sivas'ta topladı. Yiğitçe azminizi kutlar, sizlere hoş geldiniz demekle mutlu olduğumu arz ederim .... 
Kongrenin açılışından bir gün önce Bekir Sami (Kunduk) un evinde yapılan toplantıda Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığına getirilmemesi kararlaştırıldı.
Açılış günü kongre salonuna girilirken Mustafa Kemal Paşanın “ Kimi Başkan yapalım? ” sorusuna Rauf Bey: “ Sen Başkan olmamalısın ” cevabını verdi.
Kongre açıldıktan sonra söz alan İsmail Fazıl Paşa, işin içine kişisellik karışmaması, eşitlik ilkesine uyulmasının dışarıya karşı olumlu etki yapacağı gerekçesiyle, başkanlığın birer gün veya birer hafta devam etmek üzere sırayla yapılmasını ve üyelerin temsil ettikleri il veya sancağın adlarının baş harfleri esas alınarak alfabe sırasına göre yapılmasını teklif etti.
Teklif Kongre tarafından kabul edilmedi. Gizli oyla yapılan seçim sonucunda üç olumsuz oya rağmen, Mustafa Kemal Paşa Kongre Başkanlığına getirildi.
Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığına itirazlarının sebebi, kongreden önce hazırladıkları manda isteklerini içeren raporlarını kolaylıkla kongreye kabul ettirmekti.
Erzurum Kongresi Kararlarında Yapılan Değişiklikler
5 Eylül günü bayram kutlama mesajları gönderildi. 6 Eylül Kurban Bayramının ilk günü olduğu için kongre toplanmadı. Bayram günü Sivas Belediyesi'nden bir kurul, Kongre binasına gelerek kutlamada bulunduğundan, 7 Eylül günkü toplantıda ziyaretin iadesi için karar alındı.
7 Eylül günü kutlama telgrafları okundu, verilecek cevaplar belirlendi. Sonra gündemin önemli maddelerinden olan Erzurum Kongresi Tüzük ve Bildiri değişikliği ile ilgili görüşmelere geçildi. Mustafa Kemal Paşanın önceden hazırladığı değişiklik paketi Kongre Genel Kurulu tarafından kabul edildi:
Cemiyetin (derneğin) adı “ Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ” iken “ Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ” oldu.
“ Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) bütün Doğu Anadolu'yu temsil eder ” yerine “ Heyet-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder ” denildi.
“ Her türlü işgal ve müdahaleyi Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine bağlı sayacağımızdan, topyekûn (hep birlikte) savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir” cümlesi “Her türlü işgal ve müdahalenin özellikle Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine yönelmiş faaliyetin reddi konularında topyekûn savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir ” şeklinde değiştirilmiştir.
Bu iki cümle arasında anlam bakımından büyük fark vardır. Birincisinde Anlaşma devletlerine karşı düşmanca tavır alma ve direnmeden söz edilmiyor, ikincisinde bu konu açıklık kazanıyordu.
Tüzüğün dördüncü maddesinde geçen “ Osmanlı Hükümeti'nin yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları (Doğu illerini) bırakmak ve ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa, alınacak idarî, siyasî, askerî önlemlerin belirlenmesi ”, – geçici bir yönetim kurma–ile ilgili olarak Sivas Kongresi “ buraları ” yerine , “ yurdumuzun herhangi bir parçasını bırakmak ve ilgilenmemek ” ifadesini kabul etmiştir.
Bu değişikliklerle yerel bir kongre olan Erzurum Kongresi tüzük ve bildirisi, Ulusal bir kongre olan Sivas Kongresi tarafından genelleştirilerek vatanın tümünü kapsar bir hale getirilmiş oldu.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurulması ile bütün yerel cemiyetler bir çatı altında toplanarak, bu cemiyetin şubeleri konumuna getirilmiş oldular. Böylece Millî mücadele merkezi bir örgütlenmeye gidiyor; ulusal birlik ve ortak mücadele sağlanmış, dağınıklık giderilmiş oluyordu.
Erzurum Kongresi kararıyla kurulmuş olan Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Temsil Kurulu, yerini 11 Eylül 1919 günü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Temsil Kuruluna bırakmış oluyordu.
Sivas Kongresi'nde Manda Tartışmaları
Paris Barış Konferansı'nda Anlaşma Devletleri temsilcileri dünyayı paylaşmaya kalktılar. Ancak çatışık istekler ortaya çıktı. Bazı milletleri tümden esaret altına alamayacaklarını düşünerek, işgal politikalarını örtmeye yarayan yeni bir sömürü yöntemi geliştirdiler ve adına ‘Manda Yönetimi' dediler.
Paylaştırılacak yeni topraklar, doğrudan devletlerin eline verilmeyecek, uygun görülecek büyük bir devlet, Milletler Cemiyeti adına bir yörede vekaleten yönetimle görevlendirilecekti. Bu vekaleti alan devlet, sömüreceği ulusun bağımsızlığı hak etme süresini belirleyecekti.
Türkiye dışında, Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş bütün devletler galip devletlerin mandası altına girdi ve uzun süre sömürüldü. Atatürk'ün önderliği altında girişilen ulusal Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştığı için ‘Tam Bağımsız' Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Manda altına girmekten başka çare düşünemeyen Osmanlı aydınları, tarihi ilişkileri dikkate alarak Amerikan mandası üzerine yoğunlaştılar. Amerika'ya mektuplar yazdılar. Mustafa Kemal Paşaya gönderdikleri mektup ve telgraflarla onu da etkilemeye çalıştılar.
Erzurum'da bulunduğu sırada, Halide Edip (Adıvar) tarafından gönderilen ve Amerikan mandasının ekonomik ve medeni destekten ibaret olduğu sözleri ile dolu mektubu okuduğunda sinirlenen Mustafa Kemal Paşa, yanındakilere şöyle seslenir:
“ Hayır paşalar hayır, hayır beyefendiler hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok.. Ya istiklal, ya ölüm var..
Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer, bunlar Anadolu'nun ve Türk milletinin gerçek duygularını bilseler, bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi kararlarının nasıl bir millî vicdan ürünü olduğunu takdir edebilseler, bu sakim (hastalıklı) fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve bozgunluk içinde realitelerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır.
Kongre hissiyatını açıklıkla belirtmiştir. Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) kararını vermiştir. Millî irade şuur ve istikametini bulmuştur. Davamız yürümektedir ve yürüyecektir. Başarılı olmamak için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir olumsuz kararı tanımayacağız. Tek ve değişmez parola şudur: Tek tepe, tek kurşun kalıncaya kadar mücadele, yahut da: Ya İstiklal, Ya Ölüm! 
Erzurum'da, Sivas'a gelme hazırlıkları yapıldığı bir sırada kendisine sorulan: “ Paşam, Sivas'ta galiba manda meselesi bizi çok üzecek ve yoracak ” sorusuna heyecanla şu cevabı verir: “ Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar .”
Kongre için Sivas'a erken gelen İstanbul delegeleri diğer delegeleri de etkileyerek, Amerikan mandasını isteyen bir muhtıra (rapor) hazırladılar. Bu rapor Sivas Kongresi gündemine alındı.
8 Eylül 1919 günü Kongre mandayı tartışmaya başladı. Özellikle İstanbul'dan gelen Kara Vasıf Bey, İsmail Fazıl(Cebesoy) Paşa, İsmail Hami (Danişment) Bey ve Refet (Bele) Bey, Kongre salonunu etkileyecek uzun konuşmalar yaparak, Amerikan mandasını savundular. Kara Vasıf Beyin konuşması sırasında delegelerden biri : “ İstanbul'dan mandayı mı bize hediye getirdiniz? ” diye bağırdı.
Refet Beyin konuşmasının delegeler üzerinde o kadar etkili olmuştu ki, oylamaya geçilmesi durumunda manda kararı çıkacağından korkan Mustafa Kemal Paşa, toplantıya on dakika ara verir.
Ahmet Nuri Bey (Bursa) ve Raif(Dinç) Efendi mandayı savunanları eleştirdiler. Bağımsızlıktan yana tavır koydular. Mandayı savunanları Bağımsızlığa karşı olmakla suçladılar. Bunun üzerine İsmail Fazıl Paşa “Yanlış anlaşıldığı için raporumuzu geri çekiyoruz. Hiç verilmemiş saydık” dedi.
8 Eylül gecesi evlerde ve Kongre binasında manda üzerine konuşmalar ve tartışmalar sürdü. Ertesi gün Kongre manda tartışmalarına devam etti. Rauf(Orbay) Beyin teklifi ile : “Amerika'da yıllardan beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz propagandaların doğurduğu yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için Amerika'dan bir kurul istenmesine ve inceleme sonucunda gerçeklerin gösterilmesi” kararına varıldı.
Böylece hem manda istekleri gömüldü, hem de mandayı savunanlar küstürülmeyerek bu sorun çözüme kavuşturuldu.
Manda konusundaki görüşmelerin sonucu Sivas Kongresi kararlarına şöyle yansıdı : “... Devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, altıncı maddede yazılı sınırlar içinde, milli ilkelere saygılı olan ve vatanımıza karşı saldırı ve yayılma amacı gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sanayi, ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız ....”
Mustafa Kemal Paşa, mandayı savunanları karşısına almadan Sivas Kongresi'ni başarı ile yönetmiş ve mandanın reddedilerek, bağımsızlık kararının çıkmasını başarıyla sağlamıştır. Gösterdiği liderlik sabrıyla, Kongrenin birlik ve beraberlik içinde çalıştığını ve sonuçlandığını dost, düşman herkese göstermiştir.

Manda İsteklerine karşı Bir Türk Gencinin Haykırışı

Manda tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı 8 Eylül gününün gecesi Mustafa Kemal'in odası her zamankinden daha kalabalıktı. Özellikle Denizli delegeleri olan Necip Ali, Yusuf Beylerle, Şeyh Fevzi Efendi, Hikmet, Osman Nuri, Ahmet Nuri Beyler lise binasında delegelere ayrılan koğuşta kaldıklarından, onların da katılımıyla Paşanın odasında toplananların sayısı çoğalmıştı.
Mustafa Kemal Paşa etrafındakilere hitaben:
“ İstanbul'dakiler ve buradakiler nevmid (ümitsiz ve hasta insanlardır. Ecnebi işgal etkisi altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği teessürle keder – üzüntü ve marazi (hastalıklı bir haleti ruhiye ruh hali- psikoloji içinde hareket ediyorlar. Bunun başka türlü izahı yoktur.”
“Bir milletin istiklâl hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha tabiî ne tasavvur edilebilir? Şerefsiz, istiklâlsiz, esir bir millet çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki şayanı tercihtir ( seçilmeye değerdir). Bunu anlayamamak ne garip mantıktır?” dedi. Delegeler de konuşuyor, manda aleyhinde söz ediyorlardı.
Hikmet ismindeki Askeri Tıbbiye öğrencisi, Sivas Kongresi'nde öğrenci arkadaşlarının temsilcisi olarak bulunuyordu. Aralarında topladıkları para ile onu Sivas'a göndermişlerdi. Heyecanlı, atak bir vatanseverdi.
Gece, Paşanın odasında Hikmet Bey de vardı. Gündüz yaşanan tartışmaların etkisiyle olsa gerek titriyordu. Sanki birdenbire ateş ve heyecan kesilmiş olarak, yüksek sesle:
“- Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem.. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz (çirkin görürüz) Farzı Muhal (var sayalım) manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i ‘ vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı' olarak adlandırır ve tel'in (lanet okuma, protesto etme ederiz .”diye bağırdı.
Bu gencin yürekten kopup gelen bu sözleri karşısında orada bulunanların gözleri yaşarmıştı. Mustafa Kemal Paşa da duygulanmıştı. Heyecanlı bir sesle:
“ Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin.” dedi , sonra Hikmet Beye dönerek:
“ Evlat, müsterih ol. ‘ rahat ol' . Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, ekalliyette ‘ azınlıkta' kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklâl, ya ölüm .”
Tıbbiyeli genç, hemen yerinden fırladı:
“ Var ol paşam ...” diyerek Mustafa Kemal'in elini öptü. Mustafa Kemal, kongreye aydın Türk gençliğinin ve tıbbiyenin temsilcisi olarak üniformasıyla katılan bu yiğit delikanlının alnından öptü:
“ Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” dedi.
Sivas Kongresini Engelleme Çalışmaları ve Ali Galip Olayı
Kongrenin İngiliz ve Fransızlar tarafından baskına uğrayarak Sivas'ı işgal edecekleri tehditleri boşa çıktı. Mustafa Kemal Paşa bu tehditlerin boş olduğunu henüz Sivas'a gelmeden Vali Reşit Paşaya bildirmişti.
Sivas Kongresine delege seçilenlerin Sivas'a gelişleri sırasında bin bir engelle karşılaştıkları, kılık değiştirdikleri bilinmektedir. İşgal altındaki yerlerden delege gelemeyişi nasıl bir baskı altında kalındığının en büyük işaretidir.
Bütün bunların yanında Ali Galip olayı ayrı bir tehdit oluşturmuştur: Elazığ Valiliğine özel görevle atanan Kurmay Albay Ali Galip, 27 Haziran günü Sivas'a gelecek olan Mustafa Kemal Paşayı tutuklatmak için Sivas Valisi Reşit Paşayı baskı altına almıştır. Ancak şehre gelen Mustafa Kemal Paşa tarafından, Kolordu binasında ayakta bekletilerek, ağır sözlerle karşı karşıya bırakılmıştır.
Sivas Kongresi devam ederken, İstanbul Hükümeti Ali Galip'e Sivas Valiliği ile Üçüncü Kolordu Komutanlığını önerir. Ali Galip, bu öneriye karşılık, askerlik kıdemine sekiz buçuk yıl eklenmesini, generalliğe terfi ettirilmesini ve bir miktar tazminat verilmesini ister. 3 Eylül 1919 günü Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ve Dahiliye Nazırı Adil Beyin imzalarıyla şartlarının kabul edildiği kendisine bildirilir.
Bu yazışmalar milli mücadele istihbaratınca elde edilecek ve karşı harekete geçilecektir.
Ali Galip, ayrılıkçı bir takım gruplardan asker toplayarak Sivas Kongresi'ni basma hazırlıkları yaparken, çevredeki askeri birliklerin baskınına uğrayacaklarını öğrenince kaçar.
Bu gelişmeler karşısında durumu Padişaha iletmek isteyen Mustafa Kemal görüşmeye engel olunması üzerine İstanbul ile her türlü haberleşmeyi kestirir. 15 gün süre ile soğuk harp başlar. Sonuçta Damat Ferit Hükümeti istifa etmek zorunda kalır.
Yeni kabineyi kuran Ali Rıza Paşa ile süren görüşmeler sonunda “Amasya Görüşmeleri” gerçekleşir. Osmanlı Mebuslar Meclisinin açılışı sağlanır. Bu mecliste “Misak-ı Millî” ilan edilerek hem ulusal sınırlar çizilir hem de tam bağımsızlık kararı yasal ve yetkili bir organ tarafından kararlaştırılmış olur. Mebuslar Meclisi'nde alınan bu tarihi karara tepki olarak İstanbul işgal edilecek (16 Mart 1920) ve bazı Milletvekilleri tutuklanacaktır. Bu gelişmeler ise TBMM'nin açılmasına ortam hazırlayacaktır.
Sivas Kongresi, ulusal bir kongre olma özelliği ve Misak-ı Millî'ye alt yapı hazırlaması bakımından, TBMM'ye giden yolu açmış ve millet egemenliğine öncülük yapmıştır.
İrade-i Milliye Gazetesi
Sivas Kongresi toplanmadan önceki günlerde gelen delegeler, millî ülkü ve hareketlerin geniş ve sürekli bir biçimde yayımlanması için bir gazetenin çıkarılması gereği üzerinde durmuşlardı. İsmail Fazıl Paşanın önerisi ile çıkarılacak gazetenin adı İrade-i Milliye oldu.
11 Eylül Perşembe günkü oturumda basın konusu ele alındı ve haftada iki gün olmak üzere “İrade-i Milliye” adıyla bir gazetenin çıkarılmasına karar verildi. Gazete yönetiminin politik kuruluşla ilgisi bulunmayan birine verilmesi istendi. Bu kişiyi bulma görevi ise Rasim (Başara) Beye verildi. O da Sivas Lisesi'nin çalışkan öğrencilerinden biri olarak tanıdığı, yirmi iki yaşındaki Demircizade Selahattin'i (Ulusalerk) bu işe uygun gördü. Selahattin, görevi sevinçle kabul etti. Dilekçe ile Valiliğe başvurarak gazetenin çıkarma yetkisini aldı ve Sorumlu Müdürü oldu.
Gazete İl Basımevinde basıldı. İlk sayısı 14 Eylül günü çıkan gazetenin çıkış sebebi, yine bu sayıda “ Millî hareketin halka ve dünyaya duyurulması ” olarak belirtiliyordu.
İrade-i Milliye Gazetesinin özellikle ilk beş sayısındaki yazılar, bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Temsil Kurulu'nun Sivas'ta bulunduğu süre içinde 19 sayı yayımlandı.
İlk sayısının sürümü tahmin edilemedi. Bin adet basıldı. Aşırı talep üzerine baskı sayısı artırıldı. Gazete basıldığı günlerde geçmiş baskıları yirmi kuruş yerine, iki yüz kuruşa dahi arayanlar vardı. Özellikle İstanbul'dan büyük bir istek vardı.
İrade-i Milliye, Mustafa Kemal Paşa tarafından Temsil Kurulu adına yayın yapmak için kurdurulan ilk Millî Mücadele gazetesidir.
İngiliz ve Fransız Basınında Sivas Kongresi
The Times Gazetesi , 22 Eylül 1919 : “ Bir Anadolu Cumhuriyeti... asilerin başı: M. Kemal..., Sultanın değiştirilmesinin başlıca gayelerinden biri olduğu bazı mahfillerde ileri sürülmektedir .”
Ranin Gazetesi , 11 Ekim 1919 : “ M. Kemal Paşa Anadolu'da bir millî hareket meydana getirmeye çalışıyor. Bu çocukça bir hayaldir! Bütün cihanın kuvvetine karşı... harpten ezilmiş olan zavallı Anadolu'nun kuvveti ile... kafa tutmasının ne hükmü olabilir? Anadolu'da ne kalmıştır, ne var ki direniş oluşturabilsin? 
.....
Le Temps Gazetesi , 10 Eylül 1919 : “ Sultanın hakimiyeti hâlâ İstanbul'da ise de ordusu başka yerde, Türk milliyetçilerinin gittikçe güçlendikleri Anadolu'dadır. Sivas'tan, kongreleri Sultana telgrafla bir kararlar listesi bildirdi. Birinci karar şimdiki hükümete güveni reddediyor; ikincisi ise hiçbir Türk toprağının elden çıkmamasını istiyor...
İster beğenin ister beğenmeyin bir Türk gücü yaşıyor. İster beğenin ister beğenmeyin bu güç kendi şuuruna vardı. ‘Hasta adam' ın gürbüz, hatta rahat durmaz çocukları var ve onun mirasını, hiç değilse bu mirastan hakları bulunan parçayı istiyorlar. Müttefikler ne düşünür acaba? 
Lyon Republicain , 23 Eylül 1919 : “ Sivil ve asker Türk vatanseverleri, iktidarsızlıkla suçladıkları hükümetlerine karşı ve Türkiye'yi paylaşmak istemelerinden kuşkulandıkları bazı müttefiklere karşı tam bir ayaklanma halindedirler .”
Lyon Republicain , 20 Ekim 1919 : “ Milliyetçi hareket iki büyük avantajdan yararlanıyor: Bir yandan, iklimi çok sert, ulaşım olanakları kıt olan dağlık bölgenin doğal durumu; öte yandan, millî topraklarını savundukları bilincini taşıyan ve müttefiklerin çelişen çıkarlarına karşı tek vücut halinde birleşen şeflerinin su götürmez vatanseverliği.
Bütün güçlüklerine rağmen, Türkiye'nin bağımsızlığı politikası izlenmelidir 
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, Dışişleri Bakanı Lort Kürzon'a gönderdiği raporunda Sivas Kongresi ile ilgili olarak şöyle yazmıştır: (17 Eylül 1919 )
“ Türk milliyetçileri, Türkiye'nin Türklerde kalmasını istiyorlar, yabancı himayesini red ediyorlar. Onlar imparatorluğun ölümünü değil, yeni bir hayat mukavelesini imza etmek azmindedirler .”
Sivas Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Sivas Kongresi sonrası, Mustafa Kemal'in henüz Sivas'ta bulunduğu bir sırada Sivaslı vatansever kadınlar bir araya gelerek Anadolu Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla bir dernek kurdular.
28 Kasım günü Nümune Mektebinde yapılan bir toplantıdan sonra, valiliğe resmen başvuruda bulundular ve 9 Aralık 1919 tarihli valilik yazısıyla kuruluş onayını aldılar.
AKMVC'nin kuruluşu Mustafa Kemal Paşaya bildirildiğinde : “ Maksat vatanı müdafaadır. Bu teşebbüsün birinciliği şerefini kazandıkları için Sivaslı hanımefendileri tebrik ediyorum ” diyerek bu girişimden duyduğu mutluluğu dile getirmiştir.
Türk kadınının Milli mücadeleye büyük kararlılıkla katılışı gösteren en önemli olay, merkezi Sivas'ta olmak üzere kurulan bu dernektir.
AKMVC'nin Melek Reşit Hanımın Başkanlığı altında 800 üyesi vardı. O günkü illerin idari genişliğini dikkate alırsak, 14 merkezde şubelerinin olması bu kadın derneğinin önemini ortaya koymaktadır. Genel merkezi Sivas olan AKMVC'nin şubeleri: Kangal, Viranşehir, Kayseri, Eskişehir, Kastamonu, Erzincan, Amasya, Pınarhisar, Burdur, Konya, Yozgat, Bolu, Aydın, Niğde.
Savaş şartlarında kimsesiz kalmış olan kadın ve çocuklara maddi ve manevi destek veren bu vatan sever Sivaslı kadınlar, cephedeki askere kıyafet diktiler. Aralarında para toplayarak maddi destelerde bulundular. Yabancı devlet Başkanları ve eşlerine gönderdikleri yazılarla, işgaller karşısında kadın ve çocukların uğradığı zulümleri protesto ettiler. Ayrıca Padişaha, İstanbul Hükümetine, bazı kuruluşlara, yabancı devlet temsilcilerine, (Ulusal haberlere uygulanan sansüre göz yuman) Osmanlı basın kuruluşlarına protesto telgrafları çektiler.
Bütün faaliyetleri İrade-i Milliye ve Hakimiyeti Milliye gazetelerinde yer alan AKMVC, Milli Mücadele tarihimizde haklı ve onurlu bir yere sahip olmuştur.
Sivas Kongresi İle ;
* Bütün ulusal cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismi altında birleştirilerek bir merkezden yönetilmeye başlandı.
•  Manda düşüncesi reddedilerek, ulusal bağımsızlık benimsendi.
•  Ulus egemenliğinin ve bağımsızlık ruhunun sürekli kalplerde yaşayacağı ve Anadolu'nun her türlü direnişe hazır olduğu bütün dünyaya duyurulmuş oldu.
•  Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin açılmasına zemin hazırladığı gibi, Misak-ı Millî kararlarına da öncülük etmiştir.
•  Kongre ile Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve ulusal bağımsızlığının korunması istenmiş ve gerektiğinde işgal devletlerine karşı silahlı hareket öngörülmüştür.
•  Mustafa Kemal Paşanın Başkanlığında seçilen Temsil Kurulu, yürütülecek siyasi mücadelenin yöneticiliğini üslenerek TBMM'nin açılışına kadar bu görevi yürütmüştür.
•  Ulusal bir kongre olan Sivas Kongresi, TBMM iktidarına ve rejimine geçişin kurumu olmuştur.
•  Sivas Kongresi, birleştirici, yapıcı ve Türk millî mücadelesini ve Kurtuluş Savaşını bina edici temel bir kongredir.
•  Atatürk'ün deyişi ile “ Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi 
•  Kongrede alınan kararlar, usûl ve esas olarak demokratik ve millî bir devletin habercisidir. Kongre ile Türk milleti kendi kaderine el koymuş, vatanın bölünmez bütünlüğü ve tam bağımsızlık hedefiyle Kurtuluş Savaşı'nın esaslarını ortaya koymuştur.
•  Yürekli bir şekilde alınan ve büyük bir azimle uygulanan bu kararlar sonucunda kesin bir zafer elde edilmiş ve demokratik, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir.
Sivas'ta Komutanlar Toplantısı
İstanbul Hükümetinin Mebuslar Meclisinin Anadolu toplanmasına razı olmadığı her halükarda İstanbul'da toplanacağı, Salih Paşa tarafından Sivas'a iletildi. Bu durum Karşısında Temsil Kurulu ile durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal, Sivas'ta bütün kolordu komutanlarının katılacağı bir toplantı yapılması kararını çıkarttı.
16 –24 Kasım 1919 günleri arasında Sivas'ta gerçekleştirilen toplantıya başta 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa ve 20 Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa olmak üzere davetli diğer kolordu komutanları – biri hariç – katıldı. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir Paşaya kendi kaldığı odayı vererek kendisi başka bir odaya geçecektir..
Komutanlar toplantısına Temsil Kurulu üyeleri de katıldı. Toplantı gündeminde üç konu ele alındı: Mebuslar Meclisinin toplanma yeri, Meclisin toplanmasından sonra Temsil Kurulu ve millî teşkilatın alacağı şekil ve çalışma yöntemi, Paris Barış Konferansının bizim için olumlu veya olumsuz bir karar vermesi halinde tutulacak yol.
Bu konu başlıkları ile ilgili olarak 29 Kasım günü şu kararlar alındı:
Sakıncalarına rağmen Meclisin İstanbul'da açılmasına karşı çıkılmayacak. Seçilen milletvekilleri İstanbul'a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne gibi şehirlerde toplanarak, kendilerine gerekli bilgiler verilecek. Güvenlik önlemleri alınacak. Mecliste güçlü bir grup kurulacak. Komutanlar millî teşkilatın yayılmasına ve güçlendirilmesine hız verecek. İstenen şartlar oluşuncaya kadar Temsil Kurulu görevine devam edecek. Askeri önlemlere kesintiye uğramaksızın devam edilecek. Paris Konferansı olumsuz karar verirse, milletin bu konudaki kararına göre hareket edilecektir.
Kolordu Komutanlarının bir davetle Sivas'ta toplanması, millî teşkilatın gücünü göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Kuvâ-yi Milliyeyi Amil, Millî İradeyi Hakim Kılmak Esastır
Milli Mücadele döneminde yaklaşık 28 kongre toplanmıştır. Bu kongreler içerisinde tek ulusal kongre Sivas Kongresi'dir. Sivas Kongresi Erzurum Kongresi'nde seçilen Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu üyeleri ve yeni seçilen diğer delegelerin katılımı ile toplanmıştır. Dolayısıyla bütün yurdu ve milleti temsil eden delegelerin katılımı ile kongre toplanmıştır.
Sivas Kongresi kararları arasında geçen “... Kuvâ-yı Milliyeyi Amil Millî İradeyi Hakim Kılmak Esastır ” (Millî güçleri etkili ve millî iradeyi egemen kılmak kesin ilkedir) ifadesi ile “millet egemenliği” Amasya Genelgesi ve Erzurum Kongresi'nden sonra ulusal bir kongre olan Sivas Kongresiyle hayata geçirilmiş oluyordu
Sivas Kongresi ve Temsil Kurulu milletten aldıkları temsil yetkisi ile bir hükümet gibi hareket ederek, yürütme görevini yerine getirmiştir.
Sivas Kongresi kararı ile kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, TBMM açıldıktan sonra da faaliyetine devam etmiş,siyasi bir grubun adı olmuş ve nihayet bu cemiyetin ismi değiştirilmek suretiyle yeni Türk devletinin ilk siyasi partisi olan “Halk Fırkası”nın kuruluşu sağlanmıştır.
Bu gelişmelerle Sivas Kongresi, TBMM iktidarına ve Cumhuriyet rejimine geçişin kurumu olmuştur.
“Cumhuriyetin Temelinin Sivas'ta atıldığı” ifadesinin tarihi kökleri de bu tarihi süreçten kaynaklanmaktadır.
Ulu Önder Atatürk, 13 Kasım 1937 günü Sivas'ı son defa ziyaret ettiklerinde, Kongre salonunu gezerken yanındakilere dönerek, Sivas Kongresi'nin önemini en güzel şekilde ifade eden şu veciz sözü söylemişti:
“ Burada Bir Milletin
Kurtuluşunu Hazırlayan
Kararlar Verildi”
*********
Sivas, 108 Gün Millî Mücadele Merkezi Olmuştur
Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Kurulu, 2 Eylül 1919 günü geldikleri Sivas'ta 108 gün kaldıktan sonra, 18 Aralık 1919 günü Ankara'ya hareket etmişlerdir.
Bu 108 gün boyunca Sivas Millî Mücadele merkezi olmuş, Sivaslılar bütün içtenlikleri ile bu kutlu konuklara ev sahipliği yapmış ve önemli bir çok tarihî olay bu süreçte yaşanmıştır.